Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

ÖYKÜ YAZARLARI (TÜRK EDEBİYATINDA)

Aşağa gitmek

Gülenyüz ÖYKÜ YAZARLARI (TÜRK EDEBİYATINDA)

Mesaj tarafından Atirpan Çarş. Kas. 07, 2007 9:47 pm

Türk Öykücülügünün Genel Çizgileri - 1
Hazirlayan : Selim Ileri

[color:b254=#696969:b254]Eski hikâyemizin bugünün öyküsüne etkiledigi, dahasi kaynaklik ettigi son yillarda yayginlasan, kimi aydinlar arasinda tartisma yaratan bir görüs. Türk öykücülügünün genel çizgilerini kurcalamaya ve yansitmaya çalisirken bu görüse de kisaca deginmek istiyorum. Birdenbire gündeme alinmis her konu gibi, eski hikâyemizin Türk öykücülügünü belirlediginin ileri sürülmesi çok yanlis; bu durumun zorlama bir "tarih sevgisi"nden dogduguna, serpildigine inaniyorum.

Aziz Efendi'nin 1796/97'de yazdigi Muhayyelât, eski hikâyemizin tüm özelliklerini az çok içermektedir. "Binbir Gece" ya da "Binbir Gündüz" türünden masallari benimsemis bir anlayis benzes yönsemelerle yapitta yansir. Cinler, periler, dogaüstü güçler Muhayyelât'i çagimiza etkileyemeyecek kerte eskitmistir... Aziz Efendi'nin tek ilginç yani, yeni bir öyküye, evrensel anlamiyla bir öyküye kaynak olabilecek tek özelligi olaylari tarihötesi bir zamanda geçirmesine karsin, yer'i Istanbul'un 18. yüzyil yasamindan seçmis olmasidir. Sark hikâyeciliginin genelgeçerlerinden böylelikle ayrilir yazar. "Hayal"lerini "esar keyfi ile nakletmesi" Aziz Efendi'yi 18. yüzyil Istanbul'undan uzaklastiramamis. Sokak, mahalle adlarina; giyim kusam tanimlarina, gelenek ve görenek açiklamlarina rastliyoruz bu yapitta...

Muhayelât'in birçok açidan Ahmet Mithat'a, Emin Nihat'a yol açtigini söyleyebiliriz: Cinlerden, perilerden biraz arinmis; ama çagina tanik olmaktan hayli uzak bir öykü anlayisi.

Ahmet Mithat'in Letâif-i Rivâyât'i, Emin Nihat'in Müsâmeretnâme'si Osmanli toplumunun bireysel ya da toplumsal sorunlarina egilmekten uzak ürünler. Tutsaklik kurumunun, cariye yasaminini dile getirilmesi bile gerçekçi boyutlar tasimiyor. Hele 1872-1875 yillari arasinda yayimlanan Müsâmeretnâne, okundugunda, gerçek bir düs kirikligi yaratiyor. Emin Nihat, Aziz Efendi'yle çeviri romanlarin, ilk Bati ürünü yapitlarin, özellikle uyarlanmis çevirilerin içinden çikilmaz bir karisimi bence.

Ahmet Mithat'la Emin Nihat'in ürünlerine topluca bakarsak, Tanzimat Edebiyati'nin ilk öykücülerinin Sark hikâyesi geleneginden kopamamis olduklari sonucunu çikarabiliriz. Simdi söyle bir soru geliyor akla: Sark hikâyeciligi yeni, diri, çagina tanik olabilen bir öyküye yol açamaz miydi? Eldeki örnekler sorumuzu olumsuz yönde yanitliyor.

Ahmet Mithat'in öyküleriyle Müsâmeretnâme'nin bellibasli özellikleri (rastlantilara çokça yer verilmesi -falanla falancanin öykü sonunda kardes çikmasi, vb. -, yazarin bilgi dagarcigini okura aktarmasi -nezle konusunda kocakari ögütleri-, iyi-kötü ayirimi ve ayrimi -iyileri begenme, kötüleri yerme; iyiyle kötüyü ak-kara biçiminde degerlendirme-, vb.). Tanzimat Edebiyati'nda da öykünün gelisemedigini, bir öykü "kavrayisinin" gövermedigini imler. Dolayisiyle Bati'ya açilmanin çagcil bir öykü yaratiminda büyük, saglam bir etkisi olmadigini söyleyebiliriz. Dahasi Emin Nihat'in "Bir Osmanli Kaptaninin Bir Ingiliz Kiziyle Vukubulan Sergüzesti" baslikli öyküsü Dogu-Bati sorunlarina yaklasmayi deneyerek ilk çatismalari haber verir. Nitekim okuma olanagini buldugum "Binbasi Rifat Beyin Sergüzesti"nde de bu çatisma islenmistir. Ama Müsâmeretnâne'nin yüzeydeligi, sorunlara nasil yaklastigi konusunda yeterli bir kanittir...

Osmanli Imparatorlugu'nun ekonomik baskilar sonucu Bati'ya açilmasini yazarlarimiz (Ahmet Mithat, Emin Nihat) dün bir gelenek kavgasi biçiminde görüyorlardi; bugünse olayin bir ekin yozlasmasi oldugu söyleniyor genellikle. Oysa bütünü kavramak isteyen bir dünya görüsü, sorunu, sanirim, kolayca Dogu-Bati çatismasina indirgeyemez. Hele bugün... Çagcil bir öykü, ileride anlatmaya çabalayacagim gibi kaynaklarini çaginin isterlerinden ediniyor. Tanzimat Edebiyati'nin ilk öykücüleri politik olmaktan, dünyanin kavranisinda neyi seçtiklerinden, dönemlerinin toplumsal yapisini belirleyen anaetmenleri irdelemekten habersiz kalmislar. Bu yüzden de, eski hikâyemizin ekonomik yapinin belirledigi toplumsal yasami yansitmaktan çok uzak boyutlarina siginmislar.

Eski hikâyemiz (Sark hikâyeciligi) gizini "çok basit ve hatta tam bir sekil olan, gelismemis mübadele tarzinda" aramayi hiç düsünmedigi için çagina tanik olamamis, günümüze etkiyememistir. Ahmet Mithat'la Emin Nihat'i öykü sanatini kurcaladiklari için anabiliriz yalnizca. Bir de Dogu öyküsüyle çeviri edebiyati yan yana algilamak istediklerinden...

* * *

Muhayelât'ta Istanbul yansimalari, ökücülügümüzde gerçege, gerçekçi kavrayisa ilk yaklasimlar sayilabilir. Ahmet Mithat'in ürünlerinde Müsâmeretnâme'de, meddah öykücülügünde de birtakim gerçekçi kavrayislar bulabiliriz. Ancak gerçeklik özlemi henüz dogmamistir öyküde. (Sözgelimi tutucu bir tarihçi olan Cevdet Pasa, Tezâkir'inde öykücülerimize oranla daha bir seçimini yapmis görünür.)

1892'de Samipasazade Sezai, Küçük Seyler'iyle öyküyü andiran ustalikli ürünler verir. Bu yapitin ürünlerinde "Pandomima", benim o güne kadar görebildigim örneklerin hepsinden üstün. Artik dogaötesi güçler, rastlantilar ayiklanmistir öyküden. "Pandomima" yalin bir çizgide gelisir, karsiliksiz kalan bir aski anlatir yalnizca. Uzaktan uzaga ruhsal sarsintilara, kisilik çözümlemesine rastlariz bu öyküde.

Samipasazade Sezai de politik olmaktan dikkatle kaçinmistir. Kisileri gözlemeyi, kisileri bireysel serüvenleri çerçevesinde ele almayi, kisilerle yetinmeyi öngörmüstür. Herhangi bir seçim, bir toplumsal katin isterlerini, haklarini savunma söz konusu degildir. Ama yine de öykünün ne olup ne olamayacagi üzerine düsünmüstür yazar. Buruk gülümsemeli öyküleriyle en azindan kendi döneminin insanini, yasam biçimini, düsünüslerini yansitmaya çalismistir.

Samipasazade Sezai'nin öykülerini yaratan kosullari ayrica incelemek gerek. Yaygin bir görüsten yararlanalim: 1880 yilindan sonra çeviri ve uyarlamalarda oldukça önemli yazarlari tanimistir Türk öykücüsü. Örnekse Alphonse Daudet. Tanimanin tek basina açiklayici bir öge oldugunu pek sanmiyorum. Samipasazade Sezai'ye "Pandomima"yi yazdirtan, Alphonse benzeri örneklerine karsin kisisel bir yaratimin sonucu. Samipasazade Sezai, Ahmet Mithat anlayisindan siyrilarak, kisiselligi vurgulamis. (Küçük Seyler'in bugüne dek Latin harfleriyle yayimlandigini da animsatalim.)

19. yüzyilin bir baska öykücüsü de Nabizade Nâzim'dir. Bu yazari, çagcil bir öyküyü en çok kavramis kisi olarak niteleyebiliriz. Nabizade Nâzim döneminin ötesinde, dünyanin genel gidisiyle özdeslik kuran bir öykü anlayisini benimsemis. Bu basarisinin köklerini her seyden önce Osmanli toplumunu ve dünyanin genel gidisini, toplumsal akisi enine-boyuna kavramasinda; kendini bu yolda bilemesinde bulabiliriz. Nabizade Nâzim, öyküyü, öykü sinirlari içinde, öyküsel içerigin disina tasmayarak ele almis; yine öyküye öz-biçim uyumunu getirmis. Sözgelimi Anadolu'yu konu edinen "Karabük"te duru, ari, yalin bir Türkçeden yola çikmis, yapitini bu tutumla bütünlemis. Özün gerektirdigi dili, anlatimi iyice kavramis. Öte yandan döneminin edebiyat ve basin yasamini gözler önüne seren "Seyyie-i Tesâmüh" adli öyküsünde agdali bir dil kullanmis. Türkçe konusunda yazarin dirimselligi aradigini söyleyelim; öyküsel öz'ün dilini aramis Nabizade Nâzim.

Yazarin realizm ve natüralizm okullarini kavrayisi da çok ilginç. Emile Zola'yi, Alphonse Daudet'yi salt cinsel bozukluklari sergileyen yazarlar biçiminde algilamis o dönem aydinlarimizi kiniyor. Zola'nin Daudet'nin yapitlarinda karsimiza çikacak baska temalari imliyor. Kaldi ki "Karabibik" öyküsü, Zola'ya denk bir ürün bence.

"Karabibik", Anadolu yasamasini, kendisinden sonra daha uzun süre göremeyecegimiz bir tutumla, ekonomik temellerine azçok oturtarak anlatiyor. Adinlarimizin izlemek, düsünmek zahmetine girismedigi bir ortami, ülkenin en büyük parçasini oldukça saglam, dogru genellemelerle yansitiyor.

"Yadigârlarim", "Sevda", "Hâlâ Güzel" gibi siradan sayabilecegimiz öykülerinde bile Nabizade Nâzim'in Emin Nihat'in yüzeydeligine düsmedigini görürüz. Bu, çok sasirtici, neredeyse ülkesel akisa ters düsen bir durum. Ayrica yazar, adlarini andigim siradan öykülerinde de öz-biçim uyumunu gözden irak tutmamis. Nabizade Nâzim'in mitologya üzerine bilgileri oldugunu "Esâtir" adli incelemesinden biliyoruz. Mitologyayi o dönem Osmanli toplumunda kullanilan sözcüklerle açikliyor yazar. Böylelikle hem kendi toplumunu hem de mitologya yoluyla insanligin toplumsal çocuklugunun en güzel gelismesini bir arada, kendi toplumuna anlatmaya çalisiyor. Nabizade Nâzim yerli bir öykünün kurulmasinda çok büyük emegi geçmis bir yazar. Servet-i Fünun Edebiyati öykücülerinin ondan etkilenmemesi, onu degerlendirmeye girismemeleri, bu yeni akimin yararina olmamis.

Nabizade Nâzim, döneminin okurlarini adamakilli zorlamis, gerçeklik tasiyan, gerçekligi ve dirimselligi amaçlayan öyküye itelemis. Mitologyayi incelerken cin, peri masallarinin bu bereketli kaynak karsisinda nasil ciliz kaldigini, çaga ayak uyduramadigini belirtmeye çalismis. Okuru açikça politik bir görüse itelemis: "Seyyie-i Tesâmüh" yazinsal gerçegin nasil olusturuldugunu sergiliyor. "Karabibik"se yasanan gerçekleri...

Yazarin Zehra adli romanini da düsünürsek, insani ve toplumu hangi boyutlariyle ele aldigini kavrariz. Türk öyküsünde çevre ve kisi tanitiminin ilk ustasi Nabizade Nâzim.

Tanzimat Edebiyati öykücülerini iki öbekte toplayabiliriz:

a) Osmanli Imparatorlugu'nun yüzeyde yenilesme hareketlerini, toplumun genel kalabaliginin kavradigi gibi yansitan, dolayisiyle yari-aydin niteliklerinden kurtulamayan öykücüler (Ahmet Mithat, Emin Nihat).

b) Tarihin genel akisini kavramis, toplumunu bu akis içinde degerlendirmeye çalisan, politik seçimlerini yapmis, öyküyü çagcil kilma çabasiyle yüklü yazarlar (Nabizade Nâzim). Samipasazade Sezai ise, belki de, bu iki öbegin bir geçis yazariydi. Öykülerinde gözleme yer vermisti en azindan... Tanzimat Edebiyati'nda öykücülük, "Karabibik" yazarina karsin hayli ciliz, hayli tutarsiz, çaginin hayli gerisinde.

* * *

Servet-i Fünun Edebiyati'nda öykü dalina egilmis en önemli yazar Halit Ziya Usakligil.

Servet-i Fünun Edebiyati, realizm ve natüralizm akimlarina baglanmakla birlikte, romantizm'den pek kopamamistir. Halit Ziya'nin öykülerinde bu kargasayi açik seçik görebiliriz. 1900 yilinda yayimlanan Bir Yazin Tarihi dedigim kargasanin kaniti sayilabilir. "Bir Yazin Tarihi", "Ferhunda Kalfa" gibi usta, gerçeklik tasiyan öykülerinde yaninda "Yirtik Mendil", "Zevrakla Ebrû" benzeri romantik, gerçekligi zedelemis ürünler... Dahasi bir akimin öbür öykü yazarlari (Mehmet Rauf, Ahmet Hikmet Müftüoglu) gerçeklikten uzak bir öyküyü islemisler hep.

Nabizade Nâzim'la baslayan tarihsel akisi kavrama sorunuysa toptan unutulmus.

Halit Ziya'yi basarili öykülerinde -yazar çok siradan, kötü öyküler de yazmis; öykücülük çizelgesi inis-çikislarla - kapli çevreye, kisisel dramlara, kiyida kösede kalmislarin dünyaya bakislarina yer vermis. Sözgelimi "Ferhunde Kalfa" evde kalmis bir evlâtligin tüm yasamini, evde kalmak sorunu çerçevesinde, toplumsal yasantidan çarpici bölümlerle isler. Hem kisisel drami, hem de çevreyi algilariz. Halit Ziya, öykülerinde, genellikle, romanlarindan daha yalin kalabilmistir. Yer yer duyumsamalarinda abartiya kaymissa da, yumusak, yalin bir tutumu öngörmüstür.

Halit Ziya'nin çaginin egemen anlayisina boyun egmis, ama incelikten yana bir edebiyatin gelismesi için didinmis bir öykücü olarak görebiliriz. Baski yöntemiyle uyusmak zorunda kalisi, yazari, çaginin toplumsal gerçekleriyle hesaplasmaktan engellemistir. Buna karsilik kimi öykülerinde insanî duygulari, insanin bireysel açidan yüceldigi anlari çok ustaca yansitmistir.

Mehmet Rauf'un öykülerinde -okudugum kadariyle- "edebiyat yapma" tutkusu göze çarpar. Bireyler toplumsal yapidan soyutlanmistir. Çevreleriyle anlatilmazlar. Kisisel dramlari belirleyen çevre kosullari degil, dogustan edinildigi sanilan kisiliktir. Mehmet Rauf, böylelikle, gerçekçiligin iyice disina düser, süslü ve agdali bir dille öykülerini yazar.

Bu dönem öykücüleri arasinda Hüseyin Cahit Yalçin'i da saymak gerekir. Hayât-i Muhayyel (1897), Hayât-i Hakikiyye Sahneleri (1910) yazarin öyküden ve anladigini pek yansitmayan, her konudan söz eden yapitlar bir bakima. Servet-i Fünun yazarlarinin baski yönteminden yilarak baska ülkelere göç etmek istegini anlatan bir öykünün yani sira, toplumumuzun gelenek ve göreneklerini elestiren bir baska öykü ("Görücü")... 1943'te yeni baskisi yapilan Niçin Aldatirlarmis (1924), Hüseyin Cahit Yalçin'in öykücülügündeki tutarsizligi kanitlar iyice. Yasamin genel sorunlarini, toplumsal çikmazlari, kisinin çevresiyle uyusmazligini bastan sona "beniçincilik" anlayisiyle yansitmistir yazar.

Ahmet Hikmet Müftüoglu gerek Servet-i Fünun sirasinda yazdigi öykülerde, gerekse sonradan Türkçülük akimina baglanarak yazdiklarinda belli bir düzeyin üstüne çikamamistir. Duygusal, gözü yasli anlatimi baslangiçta eski sözcüklerden yararlanirken, sonralari eski sözcüklerin sözlük anlamlariyle Türkçelestirilmis biçimine dönüsmüstür. Yazarin dili yogururken Türkçe düsünemedigini imleyelim. Türkçülük akimindan kaynaklanan Çaglayanlar (1922) asiri bir sovenizm'in izlerini tasir. Öyküler düssel bir uygarlgin savunusunu körükörüne yineler.

Servet-i Fünun Edebiyati'nda öykü bir tutarsizliklar toplami olarak karsimiza çikiyor. Ancak Halit Ziya'nin tekil basarisi, unutulamayacak kerte ustalikla kimi öyküleri bu dönemi, öykü açisindan önemli kiliyor.

Servet-i Fünun öyküsünü bir basina Halit Ziya'nin yürüttügünü belirtebiliriz. Küçük insanlari, konaklara ve yalilara yerlestirilmis emekçileri, onlarin sömürülüsünü çarpan bir yüregin sesiyle anlatmistir yazar. Kisisel dramlari isleyiste kendinden önceki bütün öykücüleri asmistir. Günümüz öykücülügünün kaynaklarindan söz etmek istersek, belki Nabizade Nâzim'i anmayabiliriz, Anadolu öykücülügü 1940'tan sonra çok baska yönsemeler göstermistir çünkü; ama Halit Ziya'nin kimi öyküleri, bugüne, bugün yazilan öyküye yol açmistir....


En son tarafından Perş. Kas. 08, 2007 12:07 am tarihinde değiştirildi, toplamda 3 kere değiştirildi
Atirpan
Atirpan
Yönetici
Yönetici

Kadın
Mesaj Sayısı : 478
Yaş : 100
Nerden : izmir
Kayıt tarihi : 25/10/07

http://edebiyatsever.blogcu.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Gülenyüz HALDUN TANER

Mesaj tarafından Atirpan Çarş. Kas. 07, 2007 11:48 pm

ÖYKÜ YAZARLARI (TÜRK EDEBİYATINDA) 02 ÖYKÜ YAZARLARI (TÜRK EDEBİYATINDA) Dc41
Haldun Taner

(16 Mart 1915, İstanbul - 7 Mayıs 1986, İstanbul),
öykü ve tiyatro yazarı.
Türkiye'de epik türün ve kabare tiyatrosunun öncüsüdür.
Haldun Taner'in eserlerinde gözlemin, mizahın ve yerginin önemli yeri vardır. Büyük şehrin düzensiz ve çelişkilerle dolu yapısını, görgüsüzlük ve bilgisizliğini yansıtan öyküleriyle tanınmıştır.
Galatasaray Lisesi, Heidelberg Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümünde, Max Reinhardt Tiyatro Enstitüsü'nde eğitim gördü. Üniversitelerde edebiyat ve sanat tarihi dersleri verdi.
Skeç, öykü, oyun, kabare, senaryo, hiciv, fıkra, köşeyazısı türlerinde yazdı. Devekuşu Kabare'yi, Bizim Tiyatro'yu, Tef Kabare Tiyatrosu'nu kurdu. Küçük Dergi'yi çıkardı. Öykülerini ve yazılarını Yedigün, Ülkü, Yücel, Varlık, Küçük Dergi, Yeni İnsan dergilerinde, Yeni Sabah, Milliyet, Tercüman gazetelerinde yayınladı. Tercüman ve Milliyet gazetelerinde uzun yıllar, Devekuşuna Mektuplar başlığıyla fıkralar yazdı.
Keşanlı Ali Destanı adlı epik oyunu ile dünya çapında tanındı, oyun Atıf Yılmaz tarafından sinemaya aktarıldı (1964). Yeni İstanbul, Atlantis, Varlık, Sait Faik, Türk Film Dostları Derneği, TDK, Bordighera Avrupa Mizah Festivali, Sedat Simavi ödülleri kazandı. Bilgi Yayınevi, bütün eserlerini dizi halinde basmıştır.
Geleneksel Türk sanatlarıyla dünya sanatını birleştiren, halk diliyle yazan Haldun Taner, açık seçik ve içten yazdı, kafasına ve kalemine özen gösterdi, ironiyi her zaman kullandı, halkçılığıyla ve siyasi edebi grupların dışında kalmasıyla sevildi, eserleri dünya dillerine çevrildi.

Eserleri



  • Günün Adamı, 1953
  • Keşanlı Ali Destanı, 1964.
  • Sersem Kocanın Kurnaz Karısı, 1971.
  • Gözlerimi Kaparım, Vazifemi Yaparım, 1979.
  • Fazilet Eczanesi, 1982.
  • Devekuşuna Mektuplar, 1960, 1977.
  • Hak Dostum Diye Başlayalım Söze, 1978.
  • Ölürse Ten Ölür, Canlar Ölesi Değil, 1979.
  • Çok Güzelsin, Gitme Dur, 1983.
  • Berlin Mektupları, 1984.
  • olcay dursun1985.
  • Yaşasın Demokrasi, 1949.
  • Tuş, 1951.
  • Şişhaneye Yağmur Yağıyordu, 1953.
  • Ayışığında Çalışkur, 1954.
  • Onikiye Bir Var, 1954.
  • Konçinalar, 1967.
  • olcay´ın Sabah Yürüyüşü, 1969.
  • Hikayeler, 1970.


Oynanmış Oyunları



  • Dışardakiler, 1957.
  • Ve Değirmen Dönerdi, 1958.
  • Fazilet Eczanesi, 1960.
  • Lütfen Dokunmayın, 1960.
  • Eşeğin Gölgesi, 1965.
  • Zilli Zarife, 1966.
  • Ayışığında Şamata, 1977.
  • Vatan Kurtaran Şaban,
  • Bu Şehristanbul ki
  • Astronot Niyazi
  • Ha Bu Diyar
  • Aşku Sevda
  • Dev Aynası
  • günün tahteravallisi
  • Huzur Çıkmazı


Fıkra-Gezi-Söyleşi



  • Devekuşuna Mektuplar
  • Hak Dostum Diye Başlayalım Söze
  • Ölürse Ten Canlar Ölesi Değil
Atirpan
Atirpan
Yönetici
Yönetici

Kadın
Mesaj Sayısı : 478
Yaş : 100
Nerden : izmir
Kayıt tarihi : 25/10/07

http://edebiyatsever.blogcu.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Gülenyüz HALDUN TANER

Mesaj tarafından Atirpan Çarş. Kas. 07, 2007 11:51 pm

16 Mayıs 1915'te İstanbul’da doğdu. 7 Mayıs 1986’da İstanbul’da yaşamını yitirdi. Son Osmanlı meclisinde İstanbul miletvekili olan İstanbul Darülfünun'u (İstanbul Üniversitesi) Hukuk Fakültesi profesörü Ahmed Selahattin’in oğlu. Ortaöğrenimini 1935'te Galatasaray Lisesi’nde tamamladı. Devlet tarafından Almanya'ya Heidelberg Üniversitesi’ne gönderildi. Siyasal Bilimler Fakültesi'ne devam etti. Zatürree olunca eğitimini yarıda bırakıp 1938'de İstanbul'a döndü. Tedavisi 1942'ye kadar sürdü. 1950'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Filolojisi Bölümü’nü bitirdi. Sanat Tarihi Kürsüsü’nde asistan oldu. 1950’den sonra İstanbul Edebiyat Fakültesi’nde, Gazetecilik Enstitüsü’nde, LCC Tiyatro Okulu’nda binlerce öğrenci yetiştirdi. İki yıl Viyana’daki Max Reinhardt Tiyatro Akademisi’nde öğrenim gördü. Viyana’daki bazı tiyatrolarda reji asistanı olarak çalıştı. 1957'de tekrar Türkiye’ye döndü. Gazetecilik Enstitüsü’ndeki derslerine devam etti. Tercüman ve Milliyet gazetelerinde köşe yazıları yazdı. Edebiyat yaşamına gençlik yıllarında yazdığı skeçlerle başladı. "Töhmet" adlı ilk öyküsü Yedigün dergisinde "Haldun Yağcıoğlu" takma ismiyle 1946'da yayınlandı. New York Herald Tribune Gazetesi'nin 1953'te İstabul'da düzenlediği öykü yarışmasında "Şişhaneye Yağmur Yağıyordu" öyküsüyle birinci oldu. 1956'da Varlık dergisinin araştırmasında yılın en beğenilen öykücüsü seçildi. Öykülerinde bireyin toplumdaki yaşam biçimleri üzerinde durdu. Bunların aksayan yanlarını mizah unsurları kullanarak anlattı. Eski ve yeni yaşam biçimi arasında kalmış insanların, sonradan görme zenginlerin yaşamlarını ele aldı. Toplumun değişik kesimlerden seçtiği kişilerin tutarsızlıklarını, çelişkilerini ikiyüzlülüklerini sergiledi. Öykülerinin arka planında da çoğunlukla İstanbul manzaraları oldu. Tiyatrodaki ilk eserlerinde dramatik türün başarılı örneklerini verdi. Ardından epik tiyatro denemelerine girişti. "Keşanlı Ali" adlı oyunu Türk Tiyatrosu’ndaki ilk epik tiyatro örneğidir. Bu oyun Türkiye'nin yanısıra Almanya, İngiltere, Çekoslovakya, Yugoslavya'nın çeşitli kentlerinde oynandı. Daha sonraki dönemlerde konularını güncel olaylardan alan siyasal-sosyal taşlamaların ağır bastığı oyunlar yazdı. Zeki Alasya ve Metin Akpınar ile Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nu, Ahmet Gülhan ile Tef Tiyatro Grubu’nu kurdu. Türk ortaoyunu ve tuluat tiyatrosu ögelerinden de yararlanarak toplumsal olayları alaylı bir dille eleştirdiği oyunlarıyla büyük başarı kazandı.




ESERLERİ:

ÖYKÜ:
Yaşasın Demokrasi (1949)
Tuş (1951)
Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu (1953)
Ayışığında Çalışkur (1954)
Onikiye Bir Var (1954)
Konçinalar (1967)
Sancho’nun Sabah Yürüyüşü (1969)
Kızıl Saçlı Amazon (1970)
Yalıda Sabah (1983)

OYUN:
Günün adamı-Dışardakiler (1957)
Ve Değirmen Dönerdi (1958)
Fazilet Eczanesi (1960)
Lütfen Dokunmayın (1961)
Huzur Çıkmazı (1962)
Keşanlı Ali Destanı (1964)
Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım (1964)
Zilli Zarife (1966)
Vatan Kurtaran Şaban (1967)
Bu Şehr-i Stanbul Ki (1968)
Sersem Kocanın Kurnaz Karısı (1971)
Astronot Niyazi (1970)
Ha Bu Diyar (1971)
Dün Bugün (1971)
Aşk-u Sevda (1973)
Dev Aynası (1973)
Yâr Bana Bir Eğlence (1974)
Ayışığında Şamata (1977)
Hayırdır İnşallah (1980)
Eşeğin Gölgesi
Haldun Taner Kabare

FIKRA-GEZİ-SÖYLEŞİ:
Devekuşuna Mektuplar (1960)
Hak dostum Diye başlayalım Söze (1978)
Düşsem Yollara Yollara (1979)
Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil (1979)
Yaz Boz Tahtası (1982)
Çok Güzelsin Gitme Dur (1983)
Berlin Mektupları (1984)
Koyma Akıl Oyma Akıl (1985)
Önce İnsan Olmak (1987)

ÖDÜLLERİ

1953 New York Herald Tribune’nin düzenlediği Uluslararası Hikaye Yarışması Türkiye Birinciliği Şişhaneye Yağmur Yağıyordu ile
1955 Sait Faik Hikaye Armağanı Onikiye Bir Var ile
1956 Varlık Dergisi’nce Türkiye’nin En Beğenilen Öykü Yazarı secildi
1972 Türk Dil Kurumu Tiyatro Ödülü Sersem Kocanın Kurnaz Karısı ile
1983 Sidat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü (Pervev Naili Boratav ile paylaştı)
Bordighera Müzik Festivali Hikaye Ödülü Sancho’nun Sabah Yürüyüşü
http://213.243.28.24/ozel/edebiyat/yazarlar/halduntaner.html
Atirpan
Atirpan
Yönetici
Yönetici

Kadın
Mesaj Sayısı : 478
Yaş : 100
Nerden : izmir
Kayıt tarihi : 25/10/07

http://edebiyatsever.blogcu.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Gülenyüz Haldun Taner Öykülerinde Yazinsal Iletisim - Deneysellik -

Mesaj tarafından Atirpan Çarş. Kas. 07, 2007 11:58 pm

Haldun Taner Öykülerinde Yazinsal Iletisim - Deneysellik - Yaraticilik

Metafor Öykü Dergisi / Aysu Erden


Giris


Yazinsal biçembilim (stylistics) öykülerin ve diger sanatsal metinlerin incelenmesinde dilbilim yöntemlerini araç olarak kullanan bir alandir. Sözkonusu alan öyküde dilbilimsel sorgulamayi gerçeklestirir. Öykülerin içinde bulunan deger yargisi dizgelerini ve inanç dizilerini kesfetmeyi amaçlar. Diger bir deyisle, dile yansiyan kimi düsünsel akimlari (ideolojileri) kesfetmeye çalisir (Simpson, 4-5).


Yazinsal biçembilimi diger yazinsal elestiri yöntemlerinden farkli kilan, yazinsal biçembilimin öykü dahil tüm yazinsal metinlerde, yazarlarin dilbilim kullanimlarini vurgulamasi ve incelemesidir. Çagdas yazinsal biçembilim incelemeleri belirli bir "yazin dili"nden degil yazinsal iletisimden sözeder. Bu yaklasima göre belirli bir yazin dili yoktur. Ancak yazinsal iletisim vardir. Yazinsal iletisim ise dilde deneysellige ve yaraticiliga yer verir. Bu nedenle de öncelikli bir alandir. Iste bu bakis açisi, yukarida sözedilen bu bilim dalini diger geleneksel elestiri yaklasimlarindan farkli bir düzleme çikarir. Çünkü geleneksel elestiri "yazindili"nin özel bir dil biçimi oldugunu savunmaktadir (Simpson, 1993:4).


Haldun Taner öykülerinde yazinsal iletisim - deneysellik - yaraticilik özelliklerinin nasil ortaya çiktigini (1) öyküde bilgisellik ve (2) öyküde yazinsal anlam kistaslarina göre incelemeyi amaçlayan bu arastirmada izlenecek olan yönteme deginmeden önce, Haldun Taner öykücülügünün genel özelliklerine kisaca göz atmak yerinde olacaktir.


Haldun Taner ve Öykücülügü Üzerine


Öykülerinin tümünde genciyle yaslisiyla Istanbul insanini Istanbul'da insan yasamlarini ve Istanbul semtlerini anlatan Haldun Taner'in "Türk edebiyatinda iyi bir hikaye ve tiyatro yazari olarak kabul edilmesinde, sanatinin özünde güzel bir dil, alisilmamis ve ender islenmis konular, eserlerinde iyi bir yapi ve kurgu düzeni olmasinin yaninda, yazarin kültürel birikimi de önemli bir yer tutar" (Yalçin, 1995:91). Siddika Dilek Yalçin, Haldun Taner'in Hikayeleri ve Hikayeciligi (1995) adli eserinde Haldun Taner'in öykülerinin tümünde ödrt temel nokta saptadigini belirtmektedir. Bu noktalari Yalçin'in sözkonusu eserinde sözettigi sekilde özetlemek olasidir: (Yalçin, 1995: 78-90).


1. Hikayelere kültür açisindan yaklasim: Haldun Taner "hikayelerinde iki kültür arasinda kimlik arayisi içinde olan insanimizi tüm yönleriyle" islemektedir (Yalçin, 1995: 79).
2. Hikayelerinde insanin özünü yakalama: Bu konuda Yalçin sunlari yazmaktadir eserinde:


"Haldun Taner, hikayelerinde insana ve insanliga duydugu derin sevgiyi anlatir. Onun insancil tutumu, çagimiz insaninin gerçegi ile çatismaktadir... Taner, hikayelerinde toplum, doga ve kendi iç dünyasi içinde sikisip kalan insaninin trajedisini anlatir. Bunun için toplumumuzun her kesiminden insan hikaye kurgusu içinde yer alir. Özellikle hizli degisim ve kimlik arayisi içinde olan kisiler, yasli insanlar, kadinlar, aldatilan erkekler, ekalliyet, küçük insanlar, çesitli meslek gruplarinin temsilcileri... hikayelerin tipik kisileridir. Görünürde anlatilan, bizim insanimizdir. Ve yazarin bizim insanimiza yaklasimi, ona bakisi olumludur." (Yalçin, 1995: 83).


3. Toplumsal degisim: Taner'in öykülerinde görülen toplumsal bakis açisina Yalçin yine ayni eserinde söyle yaklasmaktadir:


"Haldun Taner'in eserinde görülen diger bir temel sorun da, toplumsal, politik ekonomik kosullara paralel olarak degisen toplumumuzun durumunu vermektir. Çagimizda tüm dünya hizli bir degisim içine girmistir. Yazar bu temel sorunu iki yönlü bir yaklasimla anlatir. Taner ilk olarak degisimin kendi toplumumuzda yaptigi tahribat hakkinda bilgi verir, sonra Bati kültürü ve medeniyetinin bu degisimi nasil yasadigi sorusuna cevap arar ve bu degisim karsisinda aksayan yönleri mizahi bir anlatim tutumu ile elestirir. (84)... hikayelerinde toplumsal degisimin kültür yönünün agirlikli olarak yansitir." (86).


4. Devekusu kompleksi: Taner'in öykülerinde ortaya çikan devekusu kompleksine yaklasimini yine Yalçin su sekilde açiklamaktadir: (1995: 88-89)


"Yazar, tüm eserlerinde bir gerçegi sorgulamakta ve insanlarin sartlanmisliklari üzerinde israrla durmaktadir. Taner, elestirel düsüncenin toplumumuzda yerlesmemis olmasina ve insanimizin kendisine sunulan her seyi körü körüne kabullenmesine tahammül edemez. Taner eserden esere sekil degistirerek de olsa, her defasinda egemen degerleri sorgulamaktadir... (88) Taner devekusu misali basini kuma sokan halki gerçekleri görmeye çagirir. (89)


Haldun Taner'in öykülerinin genel konularini Yalçin söyle siniflandirmaktadir: (1995: 94-150)


1. Yasli insanlarin dünyasi - yaslilik: (Sebati Bey'in Istanbul Seferi, Sahib-i Seyfü Kalem, Kantar Katibi Ali Riza Efendi vb.)
2. Aldatilan erkek ve ihanet: (Allegro Ma Non Troppo, Geçmis Zaman Olur ki, Isgüzar bir Polis, Kaptanin Namusu vb.)
3. Ekalliyet: (Beatris Mavyan, Harikliya, vb.)
4. Küçük Insanlar: (Fasarya, Ases, Ayak vb.)
5. Kültürel Obje Olarak Insan: (Kizil Saçli Amazon, Seytan Tüyü)
6. Toplumsal bir Obje olarak Insan: (Töhmet, Tus)
7. Doga: (Heykel, Sonsuza Kalmak, vb.)
8. Yasam: (Sishane'ye Yagmur Yagiyordu, Yalida Sabah, Piliç Makinesi, Küçük Harfli Mumluklar, vb.)

Yöntem


Bu arastirmada Haldun Taner'in öykülerinde yazinsal iletisim, deneysellik ve yaraticiligi saglayan iki ögenin varligina deginilecektir: (1) Bilgisellik ve (2) yazinsal anlam. Öyküde bu olgularin nasil ortaya çiktigini kisacak asagidaki gibi özetlemek olasidir.


1. Öyküde Bilgisellik


Öykülerin derin yapilarindaki kavramsal yapilari ile yüzeysel dilbilgisi yapilari arasinda bir tür iliski vardir. Bir öykünün her tümcesinin içinde öykü metninin tümüne dagilmis olan bir bilgi bütününün sadece bir parçasi bulunmaktadir. Tüm bu bilgi parçaciklari öykünün izleksel yapisini olustururlar. Halliday tümcelerin ve öykülerin herbirinin birer baslangiç noktasi oldugunu belirtmektedir. Bu durumu açiklamak için de tümcelerde konuyla ilgili üç tür bilginin sakli oldugunu savunmaktadir. Halliday bu bilgileri su sekilde açiklamaktadir. (1985: 36-39)


A. Öyküde metin düzlemindeki bilgiler:
Öykü metninde sözcük, sözcük öbegi, tümcecik ve tümce gibi dil birimleridir.


B. Öyküde iletisim düzlemindeki bilgiler:
Öyküde yazarin kisilerarasi düzlemde iletmeyi amaçladigi bilgilerdir.


C. Öyküde düsünsel düzlemdeki bilgiler:
Öyküde konu ve içerikle ilgili olan bilgilerdir.


2. Öyküde yazinsal anlam


Öykü metindeki sözcük, sözcük öbegi ve tümceler öyküdeki anlamlari dizgesellestirirler. Bunlar aslinda öyküdeki göstergelerdir. Hiç biri tek bir kavrami yansitmazlar. Bu göstergeler degisik durumlarda degisik anlamlar kazanirlar. Bunlarin herbirinin birer "anlam çerçevesi" bulunmaktadir (Aksan, 1995: 73-75). Bir gösterge öyküde birlikte kullanildigi diger bir göstergeye kendi anlam çerçevesinden ileriye ya da geriye yönelik olarak kimi anlamlari aktarmaktadir. Öyküde yazinsal anlam üç sekilde ortaya çikmaktadir:


A. Göndergesel anlam: Bir sözcügün ya da tümcenin temel anlami, diger bir deyisle onun gönderimde bulundugu bir insan, nesne, soyut bir kavram, durum ya da olaydir (Sözlüksel anlam).


B. Toplumsal anlam: Bir sözcügün ya da tümcenin anlaminin sözlüksel olarak degil de toplumsal sinif, etnik gruplasma, bölgesel köken, cinsiyet yas ve baglam gibi toplumsal faktörler tarafindan belirlenmesidir.


C. Etkisel anlam: Dili kullanan kisinin duygularini, davranisini, egilimlerini ve belirli bir durumda ya da sürmekte olan baglamla ilgili olan düsüncelerini yansitir. Örnegin, Türkçe'deki eyvah, tüh, vah, oh, ah gibi ünlemlerin etkisel anlamlari vardir.


Kisacasi, yukarida sözedilen tüm bu özellikler öyküdeki yazinsal iletisimi, yazarin deneyselligini ve yaraticiligini, dolayisiyla da öykünün yazinsal anlamini olusturmaktadir.

Haldun Taner Öyküsünde Yazinsal Anlamin Ortaya Çikisi: Yazinsal Iletisim - Deneysellik - Yaraticilik


Öyküde yazinsal anlami olusturan yazinsal iletisim - deneysellik - yaraticilik üçlüsünün Haldun Taner'in öykülerinde nasil ortaya çiktigi, yazarin "Artirma" adli öyküsünden alinan bölümlerin bilgisellik ve yazinsal anlam konularinin alt basliklarinin örnekleri olarak irdelenmesi suretiyle açiklanacaktir.


Haldun Taner'in "Artirma" adli öyküsünün konusu kisaca söyledir: Öykü iki tip insanin varligindan sözetmekte ve onlarin tanimini vermektedir. Birinci tip insan toplumun zengin ama görgüsüz sinifinin temsilcisidir. Haci Aga'nin simgeledigi bu sinif sürekli olarak müzayede salonuna gidip seçim yapabilmekte ve degerli seyleri sirf pahali olduklari için satin alabilmektedir. Öykünün baskisisinin simgeledigi ikinci sinif ise, baskalarinin mutlulugu için ve onlarin seçimleri dogrultusunda yasayan, onlarin basarisi için kendisini basamak yapan ve maddi güce sahip olmayan siniftir. Taner yasamdaki bu ikilem ve adaletsizlik ile müzayede salonlarinda bu iki sinif temsilcilerinin karsilasmasi arasinda bir tür kosutluk kurmaktadir. Çünkü yazara göre yasam bir açik artirmaya benzemektedir. Yasamda oldugu gibi müzayede salonlarinda da yerinde ve zamaninda karar vermek gerekir.


1. Bilgisellik: Haldun Taner'in öyküsünde metinsel, iletisimsel ve düsünsel düzlemlerde ortaya çikan bilgisellik olgusu.


ÖRNEK 1: "Kim alirsa alsin, o avukatin, mühendisin, müteahhidin, doktorun, tüccarin, o kimse kimin, etiketini oraya koymasini bir çesit lüzumsuz övünme sayiyorum." (Taner: 78)


Taner'in degerli bir sözlügü satin alan Haci Aga'nin o sözlügün degerini bilecek bir insan olmadigini, oysa, sözkonusu sözlügün degerini verecek insanin da onu elde edebilecek parasal güce sahip olmadigini anlattigi "Artirma" adli öyküsünden alinan örnege bakildiginda, sayiyorum yükleminde gizli olan ve 1. tekil kisi eki -m ile belirtilen 1. kisi adili ve ana tümcenin öznesi olan ben sözcügünün kisilerarasi bilgiyi aktaran bir araci oldugu için iletisim düzleminde bulundugu görülmektedir. Çünkü bu tümcede ben olayi okuyucuya aktaran kisi konumundadir. Örnekten de anlasildigi üzere dilin kisilerarasi olma islevi vardir. Burada öyküyü anlatan baskisi, düsüncelerini ve toplumun belirli bir kesimi hakkindaki yorumunu ve elestirisini okuyucuya aktarabilmek için öykünün dilini araç olarak kullanmaktadir. Böylelikle de yazar kendi deger yargi ve egilimlerini kendisi ve okuyucusu arasinda bir tür iliski kurma yoluyla öyküsüne yansitmaktadir. Dilin bu sekilde kisilerarasi olma görevi kisinin hem iç hem de dis özelliklerini ortaya koymaktadir. Öte yandan, yan tümcenin özneleri olan avukat, müteahhit, doktor, tüccar sözcükleri ise etiketi koyma islemini gerçeklestiren kisiler olduklari için düsünsel düzlemdeki konu durumundadirlar ve kisilerarasi olma özelligini tasimaktadirlar (Erden, 1998: 56).


Taner'in sözkonusu öyküsü toplum içinde bulunan ve birbirinden çok farkli olan iki insan tipini tüm yönleriyle incelemektedir. Öykü ayni zamanda da her iki insan tipinin özünü yakalamaktadir. Öykünün baskisisi toplumla kendi iç dünyasi arasinda sikisip kalmistir ve kendi kendisiyle hesaplasmaktadir. Bu kisi zamaninda ve yerinde karar vermekte zorlanmaktadir. Bu nedenle de tipki açik artirmada oldugu gibi yasaminda da gerçekten istedigi seyler elinden kayip gitmistir.


ÖRNEK 2: "Elimi uzatsam benim olacak bir vazoya sirt çevirip baskasina kaptirinca onu benden çalinmis saymak neden?.. Kendi densizligimden..


Bu huyda bir insan için, artirma yerinden daha üzücü, daha kahir verici bir yer düsünülebilir mi?


Artirma nedir? Almaga çabuk karar veremediginiz bir matahin baskalari tarafindan artirilip gözünüzün önünde götürüldügünü görmege katlanmaktan baska?... (Taner: 80)


Örnek 2'de öykünün baskisisinin iç dünyasi ile toplum arasindaki sikismisligi arasindaki çatisma hakkindaki bilgi okuyucuya, soru-yanit biçiminde iletilmektedir. Soruyu baskisi kendi kendisine sormaktadir. Yanitini ise yine kendisi vermektedir. Aslinda baskisinin bu iç hesaplasmasi metin düzlemine soru tümceleri ve bu soru tümcelerine yanit olan diger soru tümceleri seklinde yansimaktadir. Baskisi ile toplumun diger sinifindan olan kisiler arasinda gelisen iletisim biçimi soru tümcelerinin edilgen olan yüklemlerinde ortaya çikmaktadir:


"çalinmis saymak..."


"baskalari tarafindan artirilip gözünüzün önünde götürüldügünü görmege katlanmak..."


Görüldügü üzere çalinmis, artirilip, götürüldügünü yüklemleri edilgen olduklari için, baskisinin kisisel hatalarinin toplum tarafindan nasil degerlendirildigini göstermektedirler.


2. Yazinsal anlam: Haldun Taner'in öyküsünde kimi göstergeler kendi anlam çerçevelerinden öykü içinde ileriye ya da geriye yönelik olarak kimi anlamlar ve çagrisimlar aktarmaktadirlar.


ÖRNEK 3: "Sergilerden çiktigim yok gibi... Resim, heykel, seramik, elisleri sergisi, ne olursa gidiyorum. Gidip de bir sey mi aliyorum? Yooo.. Sadece bol bol bakiyor ve hayiflaniyorum. Evet tam deyimi bu, hayiflaniyorum. Bakiyor bakiyor, satin alinmis eserlere aciniyorum - Aciniyorum daha yerinde - (Taner: 78)


Örnek 3'te görüldügü üzere öykünün baskisisinin kullandigi dil onun duygularini, davranis biçimini, yasam ve açik artirma konusundaki düsüncelerini yansitmaktadir. Bu durumda öyküde bir etkisel anlam olusturmaktadir. Bu etkisel anlami olusturan dil kullaniminin özelliklerini su sekilde siniflandirmak olasidir:


a. Baskisi gündelik dil kullanmaktadir.
b. Baskisinin dil kullanimi düsünce akisina kosuttur ve bu nedenle de akicidir.
c. Baskisinin dil kullanimi ünlem içermektedir: Yooo
d. Baskisi kimi sözükleri yinelemektedir: bol, hayiflaniyorum, bakiyor, aciniyorum.
e. Baskisi soru sormakta ve bu soruyu yine kendisi yanitlamaktadir: "... bir sey mi aliyorum? Yoooo. sadece bol bol bakiyor..."
f. Baskisi yarim kalmis tümceler kullanmaktadir: "... aciniyorum-aciniyorum daha yerinde."


Öykünün giris paragrafi olan Örnek 3'teki dil kullanimi, öykünün diger bölümlerine gönderimde bulunmaktadir. Çünkü sözkonusu bölüm baskisinin bakis açisini, öykünün yer aldigi mekani ve toplumun eylemini (eserlerin satin alinmasi) okuyucuya tanitmaktadir. Aslinda bu bölüm asagida (Örnek 4) verilen öykünün son paragrafinin okuyucuda yarattigi etkisel anlami tamamlamaktadir:


ÖRNEK 4: "Sirtimda, yeni tersyüz ettirdigim pardesüm, içimde yine hiçbir sey almayacagim yeni bir arttirmaya katilma hevesi, dudagimda hüzünden mi, sevinçten mi ileri geldigi belli olmayan çarpik bir gülümseme, kabara kabara, oradan, arttirma yerinden uzaklastim (Taner: 100).
devamı:http://www.oykulugeceler.net/icy_content.asp?upsale_id=580


En son tarafından Perş. Kas. 08, 2007 12:28 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Atirpan
Atirpan
Yönetici
Yönetici

Kadın
Mesaj Sayısı : 478
Yaş : 100
Nerden : izmir
Kayıt tarihi : 25/10/07

http://edebiyatsever.blogcu.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Gülenyüz tÜRK öYKÜCÜLÜĞÜNÜN gENEL çİZGİLERİ sELİM İLERİ

Mesaj tarafından Atirpan Perş. Kas. 08, 2007 12:09 am

Servet-i Fünun Edebiyati'nin ardindan silik, öykünmeci bir çaba belirir: Fecr-i Âti... Cemil Süleyman Alyanakoglu bu akimin öykü yazan belli basli kisisidir. Okudugum öykülerinde özentili bir dil, romantik bir bakis, düzyazi siirin kötü örneklerini andiran bir yapi göze çarpmaktadir.

Çagcil bir öykünün kurulmasinda, izledigimiz gibi, Tanzimat Edebiyati'ndan Fecr-i Âtî'ye Halit Ziya disinda bir emek belirmez.Bu durumun nedenlerini kabaca kurcalayalim:

a) Öykü yazarlari topluma nasil bakacaklarini bir türlü kestirememisler. Ögretici olma çabasindaki Ahmet Mithat, gevezelikle basbasa kalmis. Emin Nihat, o dönem okurunun düzeyini asmaktansa, Bati'dan-Dogu'dan edindiklerini okurun kaldirabilecegi biçimde yansitmis. Servet-i Fünun öykücüleri igreti, yapay, bugün bize itici gelen bir dilin, söyleyisin büyüsüne kapilmistir. Dönemin baskici yönetimi de toplumsal olaylari çokça kurcalamalarina olanak vermemis. (Bu yargiya da yüzde yüz baglanmak biraz güç. Çünkü kimi romanlarda, örnekse Ebubekir Hâzim Tepeyran'in Küçük Pasa'sinda ve Mehmet Murat'in Turfanda mi, Yoksa Turfa mi? adli yapitinda toplumsal olaylarin kurcalandigini görüyoruz...) Sözgelimi öyküye o yillarin savas bozgunlari, ekonomik bunalimlari, ekin degisimlerinin yarattigi toplumsal olgular köklü biçimde yansimamis. Yazarlarin bu tür olaylari öyküsel içerige uygun bulmadiklari düsünülebilir.

b) Osmanli toplumunun halklari bilgi karsisinda bosinançlari benimsediginden öyküler baslangiçta cin, peri masallariyla bezenmis; sonralari, Nabizade Nâzim, Halit Ziya gibi sagduyulu yazarlar araciligiyle ilk gerçeklik boyutlarina ulasmis. Toplumun bilgisizligi, bir yerde yazari kösteklemis. Yazar gelisme olanagi bulamamis. Emile Zola, Alphonse Daudet, Goncourt Kardesler gibi yazarlarin yapitlarindan yalnizca "fahise-toy genç" iliskisinin ele alinmasi çok ilginç. Toplumca genelgeçer sanilan bir sorun bu belki.

c) Osmanli Imparatorlugu'nun Batililasma çabasi, yazarlarimizca benimsenmis mi, benimsenmemis mi; bunu bile kavrayamiyoruz. Elestirilerin yüzeydeligi bir yana olayin sorunsalliga dönüstürülme biçimini ve kimi zaman Bati karsisina çikartilan iyice kof, yoz degerleri bugün kolay kolay savunamayiz.

ç) Bir de evrensel anlamiyle öykü yaratimi sorunu var. Gerek Ahmet Mithat, gerek Samipasazade Sezai, iki ayri anlayisla bu sorunu duyumsamislar. Sark hikâyeciliginin yeni, degismis, degismekte olan bir dünyayi yorumlayamayacagini kavramislar. Okurun aliskanliklariyle yazarin kavrayisi çatismis bir bakima. Ahmet Mithat okuruna yenilmis, Samipasazade Sezai okuru zorlamis. Halit Ziya ise bireysel açidan incelikli bir öykünün yaratilmasina katkida bulunmus... 19. yüzyilda yazan öykücülerimizin hemen hepsi yazinsal bir ortamin dogmasi için ugrasmislardi. Edebiyatin kökleserek toplumu irdelemeye baslamasi bundan sonraya rastlar.

* * *

Hüseyin Rahmi Gürpinar akimlarin disinda kalarak, 1889'da "uzun öykü" niteligini tasiyan ilk romani Sik'i yayimlar.

Yazar, romanlariyle ünlenmesine karsin, hayli kabarik sayida öykü yazmistir. Öykülerinde romanlarinin özelliklerine rastlanir: Istanbul'un kiyi-köse semtleri, ne dedigini bilmez kocakarilar, Karagöz söyleyisinden yararlanan konusmalar, yoksul sinifin sorunlarina bireyci bir ahlâkla yaklasim, vb... Hüseyin Rahmi'nin ütopik bir insanlik ardinda bocaladigini, sürüklendigini saniyorum. Halk için sanat yaptigini belirtiyor birçok yazisinda, yapitlari halk arasinda begeniliyor; ama yine de "halkçi" olamiyor Hüseyin Rahmi. Toplumsal çikmazlari sergileyisinde gerçekçilikten çok, abartmaciliga kayiyor; abartmaciligini kisisel tat almalara dönüstürüyor...

Hüseyin Rahmi'nin dünya görüsü bir yana, ustalikli öykülerinde bir öykü ortami kurdugunu, türettigini, yasattigini söyleyebiliriz. Bu soy öyküleri, romanlarina oranla, daha derlitopludur.

Hüseyin Rahmi'nin öyküleri, o dönemi arastirmak isteyenler için ilginç bir gereç yiginidir. Çünkü yazar, bireycilige hemen dönüsse de, ütopik toplumculugunun sonucu, olaylari toplumsal açidan degerlendirmistir. Ilk öykülerinden küçük bir demet olusturan Gönül Ticareti kitabinda, yazarin toplumsal sorunlara, açlik, karsilik görmeyen "namus" gibi olgulara, göreneksel görünümlere yer verdigini görüyoruz. Bu temalar yazarin öbür öykü kitaplarinda da sürüp gider.

Hüseyin Rahmi dünyayi kendi istedigi biçimde göremedikçe, duyumsayamadikça toplumsal çikmazlari desmis, ama ileriye yönelik bir umuttan yana inançsiz kalmistir.

* * *

Savaslarin yikimi, ekonomik yasamin sarsintilari, azinlik topluluklarinin özgürlüklerini elde etmesi Osmanli Imparatorlugu'nu ayakta duramazliga sürüklemistir... Bu dönemde aydinlar kati birçok düsünce akimi arasinda gidip gelmektedir.

Milli Edebiyat'i hazirlayan "Türkçülük" bu kosullar altinda dogar ve önemli öykücüsü Ömer Seyfettin'i yetistirir.

Ömer Seyfettin, öyküye gerekli agirligi taniyan ilk yazarimizdir. Katilalim ya da katilmayalim tüm düsüncelerini öykü dünyasi kurabilmek için gelistirmistir.

Yazar, "Türkçülük" akimini savunurken, öyküleri araciligiyle düsüncelerini açiklarken "Islâmcilik" ve "Osmanlicilik" akimlarini yermeye çalismis; kimi öykülerinde Batililasma özentisindeki kisileri alaya almistir. Ama Ömer Seyfettin'in "Türkçülük"ü, yer yer "Islâmcilik"la kaynasirken, yer yer de sovenizm'e kaymistir. Sözgelimi "Türk kahramanlari"ni anlatan öykülerinde dinsel ögeye çokça yaslanmistir; ünlü öyküsü "And" bile çok insanî bir olayi, "kavmiyetimizden" uzaklastikça ahlâk degerlerimizin çürüdügü bildirisiyle çözümler.

Ancak Ömer Seyfettin yalin dil özlemini duymasiyle, öykü dalina saygi beslemesiyle, öyküyü politik kimliginden soyutlamamasiyle önemlidir. Öykülerin dili, zaman zaman, yalinliktan uzaklasir ya da yalinliga karsin söyleyis titizliginden kopar. Politik bakisiyle yazar, döneminde, etkinlik saglayabilmistir. Dolayisiyle çagcil bir öyküye yaklastigini ileri sürebiliriz. En azindan öykünün islevinde politik ögeyi de öngördügü için...

Ömer Seyfettin'in yigitlik öyküleri eski tarihlerden, destanlardan kaynaklanmistir. Kimi ürünlerinde oldukça kaba bir yergicilikle toplumun varlikli zümrelerinin elestirisine girismistir. Ama, en basarili ürünleri anilardan dogmustur. Çocukluk günleri, yasamin herhangi bir sürecince bellege yerlesen bir olgu gibisinden öykü açkilari, en basarili ürünlerini yazdirtmistir.

Millî Edebiyat saglam çizgilerini Yakup Kadri'de bulur. Ömer Seyfettin'in politik bakisinda duygusal cosku öne geçmisken, Yakup Kadri sorunlari ekonomik temele oturtmayi dener. Milli Savas Hikâyeleri'nden önce romanlariyla dünyaya bakisini iyice belirleyen yazar, edebiyatimizda, öykü türünü evrensel anlamina yaklastiran ilk ustadir. Millî Savas Hikâyeleri, savas kavramini, olayini hem dil, hem de konu açisindan inanilmaz bir bütünlükle vurgular. Yakup Kadri'nin öykücülügümüzdeki yeri üzerinde pek durulmamis, genellikle romanlari önemsenmistir. Sunu söylemek istiyorum: Milli Savas Hikâyeleri, tarihle sinirlandirilmis bir zamani irdelemelerine karsin, politik bildirilerinin saglamligi ve dilin çarpiciligi dolayisiyle günümüzde diriliklerinden hiçbir sey yitirmemistir.

Yakup Kadri öykücülügü baslangiçta bireyciligi, bireyin toplumdan soyutlanmis degerlerini savunmus. Ama dönemin çalkantisi, toplumsal çikmazlarin etkisi yazari bireycilikten uzaklatirmistir.

Savasi irdeleyen öykülerinde Yakup Kadri toplumun degerlerini haklarini, isterlerini insani yücelterek savunmustur. Ömer Seyfettin, Türk olmanin yüceligini ileri sürerken; Yakup Kadri, Türk insanini, insan oldugu için benimsemis ve toplum içindeki tutumyula degerlendirmistir.

Halide Edip Adivar, Millî Edebiyat akimi içinde kendine özgü bir çizgiyle karsimiza çikar. Yakup Kadri ölçüsünde saglikli degildir sorunlara yaklasimi; degisken degerleri savunur, dünya görüsünü dönemlerin etkisiyle baskalastirir, dahasi savundugu düsünceleri, dogrudan dogruya kendisi yerer. Halide Edip'in tutumunu açiklamak güç. Geçis döneminin karmasik özellikleri hamliklariyle belirir bu yazarin öykülerinde. Cumhuriyet yönetimini sevme ve sevdirme çabasi, Kurtulus Savasi'na baglilik öykü kaliplarina sigmayacak biçimde sergilenir. Ayrica Halide Edip'in sonradan yazdigi kimi öykülerde yapay bir kurgusallik göze çarpar. "Kubbede Kalan Hos Sada" öyküsünü animsatayim...

Resat Nuri Güntekin'in öykücülügünde sevecenligi, insancilligi savunur. Öyküleri arasinda çalakalem yazilmislara da rastlanir. Ama Resat nuri benimsedigi ahlâk anlayisiyle (alçakgönüllülük, sevecenlik, dürüstlük, toplumun çikarlarina baglilik, vb.) ilginç öyküler yazmistir. Ülkenin insanini yöresel özelliklerinin yani sira, ortak tözü içinde degerlendirmeye çalismasi da saygiyla anilmali bence.

Refik Halit Karay'i da bir açidan, Türkçeyi kullanma açisindan Millî Edebiyat öykücüleri arasinda sayabiliriz... Ancak Refik Halit'in isledigi konular, çizdigi görünümler, türettigi insanlar kaynaklarini daha çok "Karabibik" öyküsünde bulmurlar. Yine gözleme dayanan, köylünün ve köyün sorunlarina gözlem yoluyla egilen bir öykü anlayisi... Refik Halit'in diliyse Millî Edebiyat akiminin benimsedigi ilkelerden olusur. Memleket Hikâyeleri'nde yalin, duru, ari bir Türkçe göze çarpar. Köyü anlatan öykülerinde, Resat Nuri gibi davranmis, yöresel sözcüklerden ve söz diziminden olanaklar çerçevesinde kaçinmistir.

Refik Halit'in bir tutumunda köyden habersiz aydinlar katina ses yöneltme isteginin yattigini görüyoruz: Dili, gerçekliginden büsbütün yalitmamakla birlikte, okurun kavrayacagi biçimde yogurma çabasi. Yazarin dil sorununa özel bir önem verdigini, öykülerinde dilsel bir çabayi yüklendigini belirtelim. Kisa vurgulamalarla, özellikle "konusmalar"da köyün, Anadolu'nun dil anlayisini yansitmaya çalisirken, öyküsünü bütünleyecek bir söylesiyi yaratmayi da unutmamis Refik Halit. Ancak Memleket Hikâyeleri'nden sonra dilini de, söyleyisini de oluruna birakmis; öykü alanindaki emeklerini sürdürmeyi gereksinmemis.

Ömer Seyfettin disinda, Millî Edebiyat akiminin yazarlari öyküyü vazgeçilmez, yazarlik yasaminin bir can damari biçiminde görmemislerdir. Öykü, neredeyse, romandan arta kalan zamanlarda yazilacak bir türdür...

* * *

1922'de Peyami Safa Gençligimiz adli bir uzun öykü yayimlar. Daha sonraki romanlarinin çekirdegidir bu yapit. Gençligimiz'de bugün çagdisi sayabilecegimiz düsüncelerin (yasama biçimi açisindan Batililasmanin yanlisligi, Dogulu kalmadaki gizemli güzellikler, töresel ahlâk) gerçekten usta bir anlatimla islendigini görüyoruz.

Peyami Safa konuyu, kisileri, düsünceyi, yazdiginin bildirisini öykünün kendi içinde, kisisel tutkulariyle bütünleyerek eritmeyi basarmis. Gençligimiz dirimsel yapinin kurulmasinda, o döneme göre hayli yetkin bir örnek... Yazar ruhsal çözümlemeleri öykü kisilerinin kendi agizlarindan vermeye çalismis.

* * *

Cumhuriyet döneminin gerçekten yetkin öykücüsü Memduh Sevket Esendal'dir. Esendal, bir bakima, Türkiye'de çagcil öykünün kurucusu.

Esendal, yayginlik kazanmis olan Ömer Seyfettin öykücülügünü karsisinda bir yenilikçidir. Maupassant'dan kaynaklanan "giris-dügüm-sonuç" öykücülügü Esendal'la geçerligini enikonu yitirir...

Gazetelerde, dergilerde parça parça, bölük pörçük yayimlanan öyküleriyle Esendal, dönemini çokça etkileyememis. Ama günümüzün deger ölçüleri, yazarin edebiyatimiza getirdigi yeniligi desmek, saptamak zorunda. Nedir Esendal'i yenilikçi kilan? Soruyu türlü yönlerden yanitlayabiliriz... Esendal öykücülügünde dil, ilk kez, yapay bir edebiyat dili olmaktan kurtarilmis; yalin söyleyisiyle, gündelik konusmadan yararlanilarak hem özgün, hem de çok geçerli bir temele oturtulmustur. Olay örgüsü, gündelik yasamdan edinmis; olay dizisi, rastlantisal ya da abartmali özelliklerden kopartilarak olaganla özdeslestirilmistir. Esendal'in kendine özgü bir dünya görüsü, politik bir bakisi vardir. Öykülerinde bu soy açilimlarini sindirilmis biçimde yansitir. Bildiriden çok bakis aktarilir. Öykünün tutarliligi yipratilmaz.

Dil, konu, politik bakis bütünlügüyle yenilikçidir Esendal. Bütün bu açilimlarile kendinden önceki ökücülere benzemeyen bir öyküsel yapi kurar.

Esendal'in sürekli arayis içinde bir yazar oldugunu da söyleyebiliriz. Geleneksel degerlerimizle Bati'nin teknik ilerlemesini birlestirmek, kaynastirmak isteyen politik bakisi, bugün için ne kerte geçerli, yanitlamak güç. Ama yazarin arayis içindeki tutumunu her zaman savunabiliriz... Gündelik yasamanin tüm özelliklerini, dilden olaya dek uzanan özellikleri okuruna ulastirirken, art tasarida kendine özgü bir dünya görüsü gelistirmesi ilginç.

Kimi öykülerde buruk gülümseyen, iyimserlikten vazgeçmeyen, olgulari hosgörüyle degerlendiren bir Esendal'i taniyoruz. Ama bunun yazarin öyküleri için bir genel yargi olabilecegini sanmiyorum. Sözgelimi "Karisinin Kocasi" öyküsü, toplumsal yasayismizdaki aksamalari, gelisen ekonomik düzendeki tutarsizliklarin aile yasamina etkilerini, sinif atlama çabasindaki insanlarin degisen kisiliklerini inanilmaz bir ustalikla yansitir. "Karisinin Kocasi" öyküsünde artikiyimserlige, hosgörüye yer taninmamistir. Esendal öykücülügünün bir kolu "Karisinin Kocasi".

Kabaca, özetle sunu belirtelim: Esendal çürüyen, kokusan degerleri kavramis, gözlemcilik yoluyle okuruna anlatmistir. Kimi zaman yeni bir ortamin aratilabimesi için, "olmasi gereken"i de öyküsünde belirlemistir.

Esendal öykücülügünde güçlü bir söyleyis göze çarpar. Okur, yazarin hangi yazimsal asamalardan sonra bu noktaya eristigini duyumsayamaz. Sereserpe gelisen öykülerdir bunlar. Pürüzlü, takili kalmis noktalarla karsilasmayiz... Ayrica yazarin öykücülük anlayisinda okuruyla bütünlesme, hatta özdeslesme tutkusu belirgindir. Okuruyle bag kurarken bir düzeyde olmak için çaba harcar. Iste Esendal'i çagcil bir öykücü kilan en önemli özellik, bu özdesligi kurabilmis olmasidir.
Atirpan
Atirpan
Yönetici
Yönetici

Kadın
Mesaj Sayısı : 478
Yaş : 100
Nerden : izmir
Kayıt tarihi : 25/10/07

http://edebiyatsever.blogcu.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Gülenyüz Türk Öykücülügünün Genel Çizgileri 3 (Selim İleri)

Mesaj tarafından Atirpan Perş. Kas. 08, 2007 12:11 am

Esendal'in böylesine çagcil bir tutumla yola çiktigi dönemlerde, yani Cumhuriyet yönetiminin ilk yillarinda, düsüncelerin eskiye oranla daha özgürce sergilenmesinden yararlanilarak, öykümüzde bir toplumiçincilik yönsemesi belirir. Sadri Ertem'in öncülügünü ettigi bu yönseme, tektük örneklerle günümüze dek sürer.

Sadri Ertem kolayci bir tutumla, bagirip çagiran sözlerle toplumun sorunlarini deser görünen bir öykü anlayisini köklestirir. Ne dilde bir kaygi, ne de öyküsel yapida bir tutarlilik söz konusudur. Basmakalip birtakim sözlerle, kurgusal içeriklerle toplum adina yola çikmanin tehlikelerini ayrica vurgulamaya gerek yok... Sadri Ertem öykücülügünden günümüze silik izler kalmis yalnizca: Dokuncali bir anlayis belki. Toplum adina konusan, konustugunu ileri süren bir öykücü olarak Sadri Ertem'in çok daha titiz davranmasi beklenirdi.

Sadri Ertem'in tersine, 1935'ten sonra, kimsenin dikkatini pek çekmeyen bir yazar, Ahmet Naim, kömür isçilerinin korunmasiz yasamini, çok daraltilmis bir yöreyi enine boyuna degerlendirerek toplumiçincilik yönsemelerini öykümüze getirir. Ahmet Naim'in dergilerde kalmis öykülerinden bir demek Kuduz Dügünü'nde toplandi (1968). Kuduz Dügünü üzerinde durulmaya deger bir yapit.

Selâhattin Enis'in kimi öykülerinde toplumsal yasamdan çarpici bölümlere rastlariz. Yalin bir gerçekçilik yazarin baslica amacidir.

F. Celâlettin ise toplumsal yasami, geleneksel yasayisimiza indirgemeyi öngörmüstür. Eski dügünler, eski kina geceleri, eski insanlar, Osmanli toplumundan kalmis görenekler kimi öykülerinde alacali bir gözlemcilikle dile getirilmistir. Ancak F. Celâlettin'in tutumunda özgün, çarpici nitelikler bulmak güç. Bir Abdülhak Sinasi Hisar'la karsilastirildiginda demek istedigim ortaya çikar...

Nahit Sirri Örik'in öykülerinde de eski yasayisimiz anlatilir. Yazarin dili, yabanci kökenli sözcüklerle yüklü; anlatimi, gelisen öykücülükten oldukça uzaktir. Ama Nahit Sirri'da saran, çeken bir öykü dünyasi da büsbütün yok sayilamaz.

Osman Cemal Kaygili, Cumhuriyet döneminin ilk öykücüleri arasinda, gerçek bir halk hikâyecisi kimligi tasir. Ürünlerinde kaygilardan öte bir anlatimla dogup yetistigi çevreleri, halk yasayisini dile getirmistir. Ama halka egilisinde, örnekse bir Hüseyin Rahmi gibi bilgilerini ortaya döküp saçmamis, halk insaninin bakisini yansitmaya çalismistir. Ekinsel öykü anlayisinin oldukça disinda kalan bu tutumuyla Osman Cemal'i asiri iyimser, politik bir seçimden uzak kalmis sayabiliriz. Ancak dilinin canliligi, yasarligi yazari, öykücülügümüz için önemli kilar. Dahasi, kimi öykülerinde halk bilgeligini andiran bulgulara tanik oluruz.

Mahmut Yesari çogu dergilerde kalan öykülerinde zaman zaman toplumsal sorunlara deginmekle birlikte, duygusalligi öne geçirmistir. Toplumsal sorunlari kurcalayan öykülerinde silik bir kara yergicilik belirir. Mahmut Yesari'nin tek öykü kitabi, Yakacik Mektuplari, popülist bakisin gözde konusu "verem edebiyati"na gerçekçi, gözlemci boyutlar getirmesiyle ilginç, ustalikli, yalin bir yapittir. Mahmut Yesari veremli hastalarin acilarini, sevinçlerini, duyarliklarini belgeci diyebilecegimiz bir anlayisla kazandirmistir öykümüze.

Gerçekçi öykünün gelismesinde Bekir Sitki Kunt'un da payi olmustur. Yazar baslangiçta (Memleket Hikâyeleri, Talkinla Salkim) Sadri Ertem çizgisinde görünmesine karsin, toplum adina daha derlitoplu seyler dile getirmis, öykücülügünü edinilmis sloganlarla kisitlamamistir. 1945'ten sonra yazmis bence.

* * *

Kenan Hulusi Koray gerçek basirisini korku uyandirici öyküleriyle saglar. Türlü yönsemeler gösteren öykücülügünde Bahar Hikâyeleri adli yapiti, edebiyatimizda pek islenmemis bir alani, korku öyküsünü yerli renklerle kaplar. Toplumumuzun yabancisi oldugu bu soy öykülerle Kenan Hulusî, siirli bir anlatimla bugulu, bulanik bir dirimsellik yaratmistir.

Cumhuriyet döneminin kendine özgü yazarlarindan biri de Abdühak Sinasi.

Abdülhak Sinasi'yi öykücü mü, yoksa romanci mi sayacagiz? Dergilerde kalmis ani'yi çagristiran kisa öyküleri bir yana, Fahim Bey ve Biz'in, Çamlica'daki Enistemiz'in, Ali Nizamî Beyin Alafrangaligi ve Seyhligi'nin birer uzun öykü oldugunu söyleyemez miyiz? Bence Abdülhak Sinasi anilarinda bile edebiyati, yazinsal bakisi bir öykücü gözüyle saptamis; ürünlerinde bir öykü dünyasi kurmus.

Abdülhak Sinasi'nin öykülerinde -yapitlarina öykü niteligini ekledigimden böyle diyorum- toplumun genel kalabaligindan ayri düsünülmesi gereken özgün kisileri buluruz. Yani toplumun genel yapisinin belirledigi, kisilestirdigi kimseleri ele almamistir yazar. Bu insanlar biraz garip, biraz aykiri duyarliklara yaslanmis, biraz "baska" kimselerdir. Abdülhak Sinasi'nin "çildirma" mütifine çokça yer verdigini animsayalim. Yazarin "olay kisisi" çildirmanin esigine gidip gelir. Sözgelimi Fahim Bey'in delirdigi söylentileri ortaligi sarar, buna en çok karisi, "haremi" Saffet Hanim inanir, söylentiyi çevrede dallayip budaklandirir; Vamik Bey'i Çamlica'daki tanislari ve yakinlari deli diye bilir... Çildirma, intihar, saplantili kisilikler "geçmis zaman"in olaya dökülmesinde bellibasli araçlardir.

Olaydan vazgeçip olay kisisi yaratan, böylelikle olaya yeniden, dolayli yollarla dönen Abdülhak Sinasi, yapitlarinda belirgin kisiler yaratmistir. Çevreyi, toplumu bu belirgin kisilerin izlemleriyle betimlemistir. Gözlemlerinde çevreyi ve toplumu gerçek yönsemeleriyle algilayamamistir bu yüzden. "Kaybolmus cenneti" aramaktadir boyuna. Edebiyatimizda Abdülhak Sinasi ölçüsünde, toplumun disinda kalmak istegiyle yanip tutusan hemen hiç bir yazar yoktur. Bu hastalikli, sakat görüse karsin yazarin yabana atilamayacak ustaliklarini siralayalim: Geçmis zamani düsünsel olarak yeniden türetiste dirimselligi korumasi, dilinin olanca özensizligine karsin tatlar tasimasi, çizdigi kisilikleri romantizm'e kaçmadan unutulmaz kilmasi...

Abdülhak Sinasi zaman zaman sayiklamaya kaçan söyleyisiyle ilginç, önemli, hatta degerli bir yazar bence. Yapitlarini okumaktan gönendigimi belirteyim. Katilmadigim dünya görüsünün politik savunusunu yazinsallik içinde ustaca eritmis...

Cumhuriyet öykücülügüne denizi, denizden ekmegini kazananlari getiren yazarimiz Halikarnas Balikçisi'dir. Ege Kiyilarindan ile baslayarak günümüze degin, konusunu denizden alan birçok öykü yazmistir. Halikarnas Balikçisi. Anadolu uygarligini dönemlere, tarihsel olaylara ayirmaksizin bir toprak bütünlügü içinde kavramak istemesi öykücünün ürünlerinde de karsimiza çikar. Yalniz Halikarnas Balikçisi'nin ekinsel anlaisi yapay, özentili, yersellikten uzaklasmis bir özellik rastladigimiz mitolojik sözcükler, kavramlar bile okuru tedirgin etmez. Bu, özel bir basaridir kanimca.

Halikarnas Balikçisi'nin dogayi konusturdugunu, dogayla söylestigini belirtelim. Sözgelimi "Gülen Ada" öyküsünde, kisiler silinmis, denizle küçük bir adanin seslerine, söyleyislerine kulak verilmistir. Dalgalarin bile bir amaç ugruna hirçinlastigini sezeriz öyküde. Nesnelerle kisilerin çatistigina tanik oluruz.

Halikarnas Balikçisi'nin öykü dili eski, yabanci sözcüklerle yüklüdür; cümleleri kopuk, bozuktur. Ama yine de özgün, siirli ürperisler öne geçmistir. Gündelik yasamdan yakaladigi bir konuyu toprak uygarligiyle ustaca kaynastirir. Denizkizi, alinyazisi tanriçalari, Homeros'un kahramanlarini andiran kisiler gelisigüzel biçimde, yasanan bir seymisçesine öyküye serpilmislerdir.

Türleri çogalan, açilimlari genisleyen çagcil Türk öykücülügünde Halikarnas Balikçisi da önemli bir asamayi olusturuyor.

Ahmet Hamdi Tanpinar, 1943'te, Abdullah Efendi'nin Rüylari'yle öykücülügümüzde kisisel kargasanin, kisilik yanilsamalarinin, yasami gerçekligi disinda da algilamanin çok basarili örneklerini verir. Kuskusuz Abdullah Efendi'nin Rüyalari'ni yazimlari güç öyküler olusturuyor. Kisinin içsel çöküntüsünü, yasamin somut gerçekliginden siyrilarak içsel benligine siginmasini Tanpinar basariyla anlatir. Dünyaya bakisinda ilerici bir tutumu savunmaz, kisisel kalmanin savunmasina girisir; ama öykü okurunu köklü bir ekin birikimiyle donatarak... Yaz Yagmuru, Tanpinar'in ilk yapitinda belirsiz biraktigi ruhsal çatismalari, daha somutçu düzeyde isler. Örnekse "Yaz Yagmuru" öyküsü. "Yaz Yagmuru"nda gizemli olan, öykü biterken gizlerine ayristirilir, somut gerçeklikle bütünlestirilir.

Tanpinar gerçekle sanri, ortamla olusmus degerler arasindaki baglantilari kurcaliyor bir bakima. Sanrinin agirligini duyuyoruz kimi öykülerinde, karabasancil bir dünyada yasiyor yazar. Kimi zaman somut gerçegin tasidigi ayrintilar, sanrisal bir düzleme oturtuluyor... Bütün bunlarda zaman'i türlü yönsemeleriyle kavramak ve açiklamak isteyen bir çabayi görürüz. Zaman, bir bütün degildir Tanpinar'in öykülerinde, bilinç'le bilinçalti'nin çatismasidir yalnizca. Düsüncenin öne çikartildigi, düsgücünün bilendigi öyküler yazmis Tanpinar.

Cumhuriyet dönemi öykücülügü, belirtmeye çalistigim gibi, genis bir türlülük göstermistir. Bir Halikarnas Balikçisi'ni, bir Tanpinar'i yan yana anmaktaki amacim, türlülügü vurgulamak için...

Ancak 1935-45 yillari arasinda iki büyük öykücümüz, Sait Faik Abasiyanik ve Sabahattin Ali, bu türlülüge kisisel damgalarini vurmuslardir. Sait Faik'le Sabahattin Ali'nin çagcil Türk öykücülügündeki onurlu yerlerini kisaca belirtelim.

Sabahattin Ali daha ilk yapiti Degirmen'de "Kanal" öyküsüyle tutumunu belirler: Ülkeyi, ekonomik yapisi içinde kavrama ve yansitma tutkusu, Giderek hirçinlasan, cosan bir anlatimla tutumunu sürdürür Sabahattin Ali. Yapitlarina dönüp baktigimizda, yazarin ülke gerçeklerini, ne pahasina olursa olsun, korkusuzca haykirdigini görürüz.

Bir yanda savas vurguncusu zenginler ve kisisel çikarlarini her seyden üstün gören ahlâksiz aydinlar, beri yanda "namus", "kara sevda" gibi töresel degerlere bagli köy, kasaba insani... Sabahattin Ali kimden yana çikacagini, neyi degerli kilacagini bilinç yordamiyla duyumsar. Anadolu insanini tözüyle saptar. Acimasiz, yüreksiz, insanlikdisi yöneticilerin karsisina toplumun dört bir yanindan kopup gelmis kumpanya tiyatrolarini, sarkici kadinlari, degerleri horlanmis erkek oyunculari, hatta ezilmis fahiseleri çikartir. Bütün bu insanlar, toplumun genel yargilarini altüst edercesine namuslu, erdemli kisilerdir. Toplumun maddî yasamina kosut gelisen ahlâk degerleri, Sabahattin Ali'nin toplumcu dünya görüsünde, baska bir yasama biçiminin çagrilarini tasir.

Sabahattin Ali öykücülügünde slogan'a, kuru gürültüye yer yoktur. Her sey acidan, toplumsal çikmazlardan, yürek sesinden kaynaklanmistir. Öyküler toplamini göz önünde tutarsak, yazarin horlanmis, ezilmis, sömürülen kadinlara nasil saygiyla, nasil sevecenlikle yaklastigini kavrariz. Bu açidan da büyük bir ahlâkçidir Sabahattin Ali.

Aydinlarin çoguna karsi güvensizdir yazar. Hastahanelerdeki doktorlari, kasabalara is için giden mühendisleri, avukatlari, küçük kentlerin dedikoducu yasamasina kapilmis ögretmenleri kuskucu bir gözle imler. Bilgisiz köylüler, yoksul isçiler, sömürülen emekçiler, Sabahattin Ali'nin öykülerinde erdemsel dorugu olustururlar.

Ülkesini Sabahattin Ali ölçüsünde sevmis çok az öykücümüz var.

Sevmek, ülkeyi ve insanligi sevmek, kisisel bir bakisla Sait Faik için de degismez bir dünya görüsüdür. Sevgi gereksinmesi Sait Faik'te asilmaz noktalara ulasir. Yazarin öykülerinde insanin insana besleyebilecegi her güzel duygu, inanilmaz inceliklerle dile getirilmistir.

Kötülük karsisindaki onurlu baskaldiri, kökenini kisisellikte bulsa da, okuru bilinçlendirmekte gecikmez. Sait Faik öykücülügünün birimlerinden söz ederken "insan sevgisi" dedim; ama gelisigüzel, kaygisiz, bilinçsiz bir insan sevgisi degil bu. Tersine, sagduyulu, sezgili, umutlu bir sevgi. Kötülügü gerçekleyen kisileri -dolayisiyle yürürlükteki yasama biçimini- sevmiyor yazar. Alabildigine tutkulu, bunalimli bir bakisla eni dünyalarin, yeni ortamlarin savunmasina girisiyor. Sevgisinde emegin horlanmamasi gerektigini imliyor boyuna.

Sait Faik dünyaya bakisini yansitirken kisisel bir anlatimi gelistirmis. Dilini, kurallarin disina tasarak, güzelduyusal bir kimlige büründürmüs. Kentten dogaya, dogadan kalabaliklara çarpip duran bu öykücülükte dilin büyüsel degeri üzerine ayrica düsünmeli. Sait Faik'in cümlelerinde kurgusalligin en küçük bir belirtisine rastlayamayiz. Her söz, yasamdaki olaganligiyla kullanilmistir.

Sait Faik'in öykülerinde konu bütünlügüne yer yoktur. Yazar kötülügü saptarken oradan oraya atlar, bir olaydan bir baskasina geçer; "öyküsel bildiri"siyle bütünlük saglar. Böylelikle öykücülügümüzde yaygin bir anlayisi "öz konudur" düsüncesini yikar. Dramatik çizelgeyi, konuyla degil, öz'ün "öyküsel bildirisi"yle isler.

Türk öykücülügünde Sait Faik'in boyuna gencelen bir yazar oldugunu söyleyecegim bir de.

Sabahattin Ali'yle Sait Faik dünya görüsleriyle, öykücülük tutumlariyla, yazis biçimleriyle çagcil Türk öyküsünün baslica yönleridir.

* * *

Ülkenin köylüsüne, emekçisine egilen bir öykücülük anlayisi Sabahattin Ali'den sonra yayginlik göstermistir. Ikinci Dünya Savasi'nin çalkantilari arasinda yayginlasan bu öbegin bellibasli yazarlarini siralayalim: Orhan Kemal, Kemal Tahir, Kemal Bilbasar, Cevdet Kudret, Samim Kocagöz ve 1950'den sonraki çalismalariyla Yasar Kemal.

Kemal Bilbasar'in öykülerinde Anadolu'nun kimi dolaylarini (özellikle Ege Bölgesi'ni) yer yer gerçekçi, yer yer gözlemci bir tutumla isledigini görürüz. Bilbasar buruk gülümsemeli öykülerinde elestirel bakisini elden birakmamistir. "Kaymakli Tavukgögsü" öyküsünü animsayalim. Yazar, Ikinci Dünya Savasi'nin toplumumuzda biraktigi etkileri basariyla yansitmistir. Küçük memurlarin geçim tasalari böylelikle öykümüzde belirir.

Bilbasar'in öykülerinde insanlar ve geçim kosullari, yasama sorunlari hep öne çikartilmistir. Kisilerin çaresizlikler karsisinda öfkelendigini, patlamaya hazir bir silâh gibi dikildiklerini görürüz. Esnaf, tüccar, küçük memur kalabaliginin yani sira irgatlara, isçilere de büyük ölçüde yer verilmistir. Degisen toplumsal kosullar, tarimciliga köylünün pek yararlanamadigi yeni açilimlar getirirken türedi zenginler, kasaba agalari var eder. Bilbasar iste bu, çogunluk için yararsiz toplumsal gelisme biçiminin elestiricisidir.

Cevdet Kudret ürünlerini yazilislarindan yillar sonra Sokak'ta toplar. Öykücülerimize emegi geçmis bir yazar olarak saygin kimligini belirler. Cevdet Kudret'in öyküleri, olaylari tüm yönsemeleriyle sergilemek amacini güdüyor. Gözlemciliginde kili kirk yaran bir titizlige tanik oluyoruz.
Atirpan
Atirpan
Yönetici
Yönetici

Kadın
Mesaj Sayısı : 478
Yaş : 100
Nerden : izmir
Kayıt tarihi : 25/10/07

http://edebiyatsever.blogcu.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Gülenyüz Geri: ÖYKÜ YAZARLARI (TÜRK EDEBİYATINDA)

Mesaj tarafından Atirpan Perş. Kas. 08, 2007 12:12 am

Samim Kocagöz de ülkenin köysel sorunlarina egilmeyi denemistir.

Kemal Tahir ününü romancilikta saglamistir. Ama çok tartisilan yazarliginin ilk asamasini Göl Insanlari adli öykü kitabi olusturur. "Göl Insanlari" öyküsünün konusu, edebiyatimizda, o güne dek pek kurcalanmamis gerçeklerden (cinsel egilimlerle ekonomik yapi arasindaki baglantilar) kaynaklanir. Kemal Tahir çok ustalikli bir öykü yazari görünümündedir. "Arabaci", "Çoban Ali" adli ürünlerde bu basari sürüp gider. Ancak romanla ugrastigi yillarda Kemal Tahir'in yeni basimlarina ekledigi kimi öyküleri -örnekse "Bir Kodosluk Hikâyesi"- kaba saba bir yergicilige bel baglar. Kemal Tahir'in öykü sanatini izlememesi üzücü. Göl Insanlari gibi bir çikisin olgunlasmasi özlenirdi.

Yasar Kemal'in ilk öykülerinde, Kemal Tahir'de oldugunca, ustalik söz konusudur. Dogayla köy insani arasindaki göze görünmez iliskiyi (uyumu) anlatan öykülerinde, kimi zaman konunun çarpiciligi, kimi zaman olayin ardindaki izdüsümleri yansir. Diline gösterdigi özenle de anilmalidir Yasar Kemal. "Beyaz Pantalon", "Bebek" gibi çocuksu duyarliklarla yüklü güzel öyküleri, edebiyatimizda birer dönemeci olusturur. Yasar Kemal, ara verdigi ve romanlariyla ugrastigi dönemde hiç ürün vermedigi öykücülügüne 1965'ten sonra, dergilerde yeniden baslamistir. "Menekse Hikâyeleri" genel basligini tasiyan bu ürünlerin basarisi ne kertededir, bilmiyorum. Yazarin dili kullanimda, öykünün tasiyamayacagi çogaltmalara girdigi görülüyor... Bu açidan Yasar Kemal'in de öykücülügümüzü yakindan izlemedigini söyleyebiliriz.

Orhan Kemal dista tutulursa, Kemal Bilbasar'in yeni ürünleri daha çok romana yöneldiginden, 1940 sonrasi yazarlarinin, Millî Edebiyat akiminda oldugu gibi öyküyü çokça önemsemediklerini görürüz. Bos zamanin degerlendirilmesi biçiminde görülen öykücülük, 1940'tan sonra romana "siçrayis" asamasi sayilmistir. Dolayisiyla Sabahattin Ali'nin açtigi yol agir agir tikanmis, daha dogrusu öykü yazanlarca tikatilmistir. O dönemde Sait Faik'in anlayisini benimseyen verimli çabalara hemen hiç rastlamiyoruz.
Atirpan
Atirpan
Yönetici
Yönetici

Kadın
Mesaj Sayısı : 478
Yaş : 100
Nerden : izmir
Kayıt tarihi : 25/10/07

http://edebiyatsever.blogcu.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Gülenyüz Türk Öykücülügünün Genel Çizgileri - 4

Mesaj tarafından Atirpan Perş. Kas. 08, 2007 12:15 am

Orhan Kemal, kendi kusaginin en usta öykücüsü. Günümüzde de birçok açidan asilamamis bir öykücü olarak kaldigini söyleyelim.

Orhan Kemal de, Sait Faik ya da Sabahattin Ali gibi, tek basina bir öykü dünyasi kurmustur. Kiyi köse semterin serserileri, toplumsal yazgilari daha ilk gençlik çaginda belli olan "çamasirci kizlari", evine ekmek götürebilmekten baska hiç bir sey düsünemeyen isçi babalar, zengin evlere giden gündelikçi kadinlar, haklarini alamayan Çukurovali emekçiler çevresel kosullarin kisa, vurucu çizgilerle betimlenmesinde karsimiza çikarlar. Bu, acili bir insan kalabaligidir. Yazar, yasamdan oldugunca aldigi kalabaligi hiç bir zaman popülizm'e sapmadan, asiri gerçekçi, bir o kadarda duyarlikli tutumuyla dile getirir. Konusturmalarinda olaganüstü bir ustalik göze çarpar. Bir kisiyi ya da bir durumu anlatisinda, öykücülügün ince ustaliklarindan biri olan "gerçegi bulanik ayrintilar"a bas vurur. Sözgelimi Ekmek Kavgasi kitabinda "Bir Kadin" öyküsü su sözlerle baslar: "On alti yasindayken, kiz yüzlü bir oglanin pesine takilip Çukurva'ya inen kadin, simdi yirmisinde yoktu." Yazar daha ilk cümlesinde, okura bir insani, bir durumu, bir sinifin yazgisini en çarpici biçimiyle aktarir. Orhan Kemal söyleyiste tutumlulugun; kisa yoldan, ama yazinsal kaygilardan ödün vermeden anlatmanin temsilcisi.

Orhan Kemal bir "yasatma" ustasi. Gündelik yasamdan aldigi kisileri, öyküsel bir dünyaya katarken yasarlik kazanmalarini saglamis. Konusmalarin gerçeklik tasimasi, yasarligin saglanmasinda en önemli etmen.

Öykülerinin cezaevinde geçmesi, suçlulari, özellikle kadin ve çocuk suçlulari ele almasi da ilginç. Öykücülerimiz cezaevi sorunlarina Orhan Kemal'den sonra egilmek gereksinimini duymuslardir. Yazarin bakisinda alçakgönüllülük belirginlesir. Çok önemli toplumsal sorunlara, bilinçli bir gözle bakmasna karsin sürekli alçakgönüllü olmustur Orhan Kemal.

Gerçekçiligin sonucu olarak toplumculuga yönelmis, politik bakisini zaman içinde bilemistir. Dikkat edilirse Orhan Kemal'in insanlari gerçekçi boyutlariyla çizilirler, ama, öykünün gelisyimi sirasinda belirli konumlarina oturtulurlar. Yoksullar içinde bulunduklari kosullardan siyrilmaya çalisirlar, geçerlikteki ekonomik, yapinin isterlerine boyun egerek ezilirler. Çatisma amansizdir. Çukurova'dan Istanbul'a bütün yurtta sürmektedir bu çatisma. Orhan Kemalin umudu dile getirdigi ezilen insan kalabaliginin birlesmesinde toplanir.

Orhan Kemal toplumumuzda sürüp giden ekonomik çatismanin, sinifsal farklilasmanin umutlu, basarili, degerli öykücüsü.

* * *

Umran Nazif Yigiter, Ikinci Dünya Savasi'nin, yürürlükteki politik bakisin yergisel öyküleriyle ünlenir. Oldukça ilimli, hosgörülü dünya görüsüne karsin gerçekleri çokyönüllük içinde saptar. Bürokrasinin isleyisini anlatan basarili ürünler verir. Gar Saati kitabi memurlarin çalisma düzenini, "adamsendeciligi" yansitan degisik bir yapittir. Umran Nazif'in arayis içindeki öykücülerimizden biri oldugunu vurgulayalim. Ask Üçgeni adli yapitinda ruhsal çözümlemelere girismesi, önceki ürünlerinden ayrilarak, arayis içindeligini açik seçik kanitlar. Yazarin öykücülügümüzde saglam, durmus oturmus bir yeri olduguna inaniyorum...

Ilhan Tarus'un öykülerinde de memur kalabaligi, devlet yönetiminin isleyisi, üst dereceli memurlardan en alt derecedekilere kadar bir bürokrasi karsimiza çikar. Yalniz Ilhan Tarus, Umran Nazif ölçüsünde canli gözlemlerle bezememistir öykülerini. Kuru bir gerçekçilikle yetinmistir. Öykücülügümüzdeki yenilesme hareketinin halkin yasayisiyle bagdasmadigini öne sürerek, kendi bildigi yolda yürümüstür. Öyküleri kaba bir yergicilikle sinirlanir kimi zaman.

Aziz Nesin güldürü öykücülügünün en rahat yazan kisisi olarak belirir. Kendi alaninda, okurla bag kurma açisindan, saygin bir basari gösterir. Güldürü anlayisinin tutarliligi üzerinde durmaktansa, yazarigini okur kalabaligina kabul ettirmis oldugunu imleyelim.

Yaklasik olarak bu dönemin öykücüleri arasina toplumun alt katlarini güldürü havasi içinde, taslamaci bir anlayisla dile getiren Rifat Ilgaz'i; issiz güçsüzlerin yasamasini hiçbir dil ve söyleyis kaygisi gütmeden yansitan Sahap Sitki'yi; yine toplumsal çikmazlara egilmeyi amaçlayan, halk insanindan tiyatro oyuncularina dek bir kalabaligi isleyen Burhan Arpad'i katabiliriz...

Samet Agaoglu 1945'ten sonra kitaplastirdigi öykülerinde ruh hastasi kisilerin bunalimlarini, kisisel sorunlarini toplum yapisinin sonuçlarina baglamaksizin, sanriya ve karabasana dayanan kapali bir anlatis biçimiyle öykümüze getirir. Döneminde etkinlik saglayabilen bu öyküler, o türde toplumsal temele oturtulmus daha yeni örneklerle degerlerinden yitirir; Samet Agaoglu'nun dünyaya bakisi konusunda kuskular uyandirir.

Mehmet Seyda, Cumhuriyet dönemi öykücülerinin çok ürün verebilen yazarlarindan biri. Sevda'nin yapitlarinda toplumun hemen her katindan insanlara; toplumsal sorunlardan duygusal iliskilere uzanan bir öykü içerigine; klasik anlayistan yenilikçi biçimlere dek genisleyen öykü kurgusuna rastliyoruz.

Seyda çok yazan bir sanatçi olmasina karsin dilinde, söyleyisinde belli düzeylerin altina düsmemistir. Öykü kitaplarindan gelisigüzel seçtigim kimi öyküleri, "Ugraksiz Deniz Gemileri", "Evimin Erkegi", "Beyzadeler", "Anahtarci Salih", "Baba", vb. yazarin bu yazinsal dala ustalikli, güçlü ürünler kattigini kanitlar.

Seyda'nin öykülerinde dönem dönem karsimiza çikan kara yergi incelmis, edebiyat sinirlari içinde düsünülmüstür.

Yazar kisilerini, seçtigi olaylari ve çevreleri anlatirken toplumsal düzenin var ettigi ve bireysel yasamla siki sikiya bagli dis nedenleri gözden irak tutmamistir. Dolayisiyla öykücülügünde toplum içindeki bireyi kavrama çabasi agir basar. Birey, dis gerçeklerle yogrulmustur. Birey-toplum ilintisinde Seyda'nin ürünleri zenginlikler tasiyor.

* * *

Haldun Taner, 1945 sonrasi türk öykücülügünde taslamaci, buruk gülümseyen, yergici tutumuyla kendine özgü bir yer yapar. Taslamaciligi ve yergiciligi bireysel açidandir. Büyük kentin türedi zenginlerini, bu tür insanlarin görgüsüz aile yasamlarini, toplumun aydin katlariyla olan uyusmazligini yansitir. "Konçinatlar" öyküsünde olduguncu ilginç buluslariyla okuruna ses yöneltir.

Oktay Akbal, Taner'in tersine taslamaciliga, yergicilige yer tanimaz öykülerinde. Bireysel bir sesle, duru, özenli, kisilikli bir anlatimla yalnizliklarin, uyusmazliklarin öyküsünü yazar.

Akbal'in öykülerinde "ben" kisisi öne geçer. Bireycilikten uzak bir kavrayislar "ben"in sesini dinlemis, "ben"in sesini okuruna ulastirmistir. Cumhuriyet kusaginin ilk aydin tipini yazarin öykülerinde çok içten bir anlatisla buluruz. Gördügü güzellikleri, "ben"in seçtigi erdemleri, haksizliklar karsisinda gözlemci "ben" kisisinin tikel baskaldirilarini yansitan bir öykücü Oktay Akbal.

Yazarin kimi öykülerinde günümüz kusaginin bakisina ters düser görünen bir tutumu buluruz: "Ben"i savunma. Ama Oktay Akbal özgürlükçü görüsleriyle bireyin toplumda ezilmemesini savunurken saplantili inançlara kapilmamistir. Sanimca Cumhuriyet kusaginin bu ilk aydin tipinde "ben"in öne geçmesi, ileride, toplumculuga varmistir. Iste Oktay Akbal belirlmeye çalistigim asamanin öykücüsü.

Tarik Bugra ise bireycilikten yana bir yazar. Çagini çoktan kapamis bu anlayis içinde oldukça tutarli örnekler vermis. "Oglumuz" öyküsünü analim. Ama Bugra'nin politik bakisindaki ürkeklik, kaçma özlemi dolayisiyla öykülerinden günümüze pek bir sey etkilemez. Çok erken bir dönem doldurmadir bu.

Siirlerindeki dost, yürekli, sevecen havayi Ziya Osman Saba'nin öykülerinde de buluruz. Mesut Insanlar Fotografnamesi'le Degisen Istanbul'un basarili ürünler oldugunu söyleyelim. Ziya Osman Saba'nin dünyai kavrayisinda sicak, insancil bir çaba belirginlesir. Geçmis zaman, "geçmisligiyle" güzel degildir; tersine, güzel ve iyi yönleriyle yarina baktigi için savunulmalidir...

Yazarin iki öykü kitabi da anlatim açisindan zenginliklerle yüklüdür. Uzun cümleleri birdenbire yalinlastiran, özetleyen imgeler; dünyayi algilayisi vurgulayan "gerçekligi bulanik ayrintilar"; konusmalarin durgun bir zaman içinde eritilisi...

Ziya Osman Saba'nin öykülri, bize, çocukluk çagimizin dokunulmamis, kirletilmemis ari özlemlerini tasiyor. Toplum yasamasinin çeliskilerini, karsitliklarini görmezden gelen, kaçak bir anlayis degil bu. Özlemin olanaksizligini, ama inceligini okurda bir kez daha uyandirmak isteyen bir tutum...

Sabahattin Kudret Aksal, öykülerinde, politik bakisi yansitmamaya özellikle dikkat etmistir. Konulari zaman parçalarina iyice sindirilmis, hatta konusuzluga kayilmis bu öykülerde belirgin, sivri kisilere de rastlamiyoruz. Düz bir çizgide, içedönük diyemeyecegimiz bir gizlenmede yürür öyküler. Bence Sabahattin Kudret Aksal'in önemli yani, öyküyü kurmada toplaniyor. Gerek Gazoz Agaci, gerekse Yarali Hayvan öykünün kurulmasi ve islenmesi evrelerini çok titizce ortaa sermis yapitlar. Aksal bir öykü kuramcisi. Ürünlerini titiz, kili kirk yararak, tüm yönsemeleri irdeleyerek kurmus. Bir anlati ustasi bence. Bulanikligi, kapaliligi düzlükte kaynastirmanin, yalinliga indirgemenin kendine özgü bir yazari.

Necati Cumali'nin öykülerini iki asamada gözlemleyelim:

-Yalniz Kadin, Degisik Gözle kitaplarinda derledigi, siirsel izlenimlerle yüklü öyküler.

-Susuz Yaz ve Ay Büyürken Uyuyamam'da topladigi gerçekçilik kaygisi tasiyan ürünler.

Cumali'nin siirden kaynaklanan, yasamin içind belirsiz kalmis duygulanimlari isleyen öykülerini -örnekse çok begendigim "Yalniz Kadin"- daha çok seviyorum ben. Nitekim Ay Büyürken Uyuyamam adli apitinda usta ürünleri bu tutumdan yola çikmis.

Yasarken agilanilmayan, belki uzun bir süre sonra animsanan duygulanimlar -yasamin içinde, iki kisi arasinda can damar olusturan duygulanimlar- Cumali'nin öykülerinde belirir. Iki kisinin yalin bir çizgide gelisir görünen kirik dökük konusmalarinda yasamin çeliskisi, duygusallikla kuruluk arasindaki acimasiz iliski, genellikle kurulugun ve anlayissizligin üstün gelmesi Cumali öykücülügünün ana temalaridir. Yazar temasini yalin ve somut bir düzlemde isler.

Ceyhun Atuf Kansu ülkesel görünümlerle yüklü, duru bir dille yazdigi öykülerini bugüne dek kitapta toplamamistir. Ülke insanindan zengin izlenimler tasiyor bu öyküler.

Ilk yapitini 1955'te yayimlayan Zeyyat Selimoglu denizi, Karadeniz Bölgesi'nin insanlarini anlatmak amacinda, Selimoglu'nun öykülerini benimseyemedigini söyleyeyim.

* * *


Köyden kente uzantilar tasiyan, köyü kentliye anlatmayi amaçlayan öykücülügün basinda Fakir Baykurt'u anabiliriz.

Yapitlariyla okur çogunluguna ses yöneltmis yazar. Ancak, ben, Baykurt'un Anadolu insanini anlatmada günün akimlarina göre degiskenlik gösterdigini ileri sürecegim... Baslangiçta daha yumusak, ama inandiriciliktan öte simgelerle yüklü öyküleri, 1965'ten sonra, yaygin bir ün kazanan "çarpici" öykücülük anlayisina yönelmistir.

Enstitülü yazarlar kusagindan Talip Apaydin alçakgönüllü bir tutumla, içten bir bakisla köyü, kasabayi, kente göçmüs köylüyü degerlendiriyor. Gözlemciliginde ayrintilara, öyküsel inceliklere yer verdigini de ekleyelim.

Basaran bu soy öykücülerin en az, ama en iyi yazari, Köyün ekonomik çikmazlarini, köylünün tasalarini vurgulamakla kalmiyor, bize, kente göçüp kentlilesmis aydin köy insanini da tanitiyor. Son yillarda dergilerde yayimladigi öykülerinin incelikli örgüsünü imlemek isterim.

Enstitülü yazarlarin disinda olmakla birlikte, kasaba insanini içli bir sesle anlatan Muzaffer Hacihasanoglu'nu da anmak istiyorum. Hacihasanoglu kasaba insanlarinin acili, üzünçlü serüvenlerini isliyor. Sessiz, durgun, dönüp baktigimizda ayni tadi veren öyküler bunlar.

Tasrayi çizen öykücüler arasinda Behiç Duygulu ve Abdullah Asçi da var.

* * *

Vüs'at O. Bener, çagdas Türk öykücülügünün önemli yazarlarindan biri. Dost ve Yasamasiz adli yapitlarida anlatim ustaliklarina, konuyu isleyiste kendinden önceki örnekleri asan yeniliklere rastliyoruz. Bener, ham gerçekligi, yazinsal bir temele oturtuyor. Siradan, günleki olgularin ardindaki yasanti zenginlikleini, bilinçaltinda tikali kalmis yasama parçalarini belirliyor. Konuyu anlatista (kimi zaman konu ötesine varan bir anlatis bu) betimleme yoluyla, alisilmis öykücülügün disina çikiyor.

Yazarin öykülerinde öz-biçim uyumu yetkinlige ulasmis. "Dost" öyküsünün bir dönemde büyük etkinlik gösterdigini animsayalim. Yasamasiz'dan "Ilki" adli ürün, Bener'in dis dünyayi nasil algiladigini, kisinin iç gözlemlerinde dünyanin ne gibi degisimlere, baskalasimlara ugradigini sergileyen bir örnek... Bener'in sonradan öykü yazmaktan vazgeçmesi edebiyatimizin yararina olmamis.

Nezihe Meriç, Bener gibi iç gözlemlere egilmekle birlikte, ruhsal karmasiklarin üstüne gitmiyor. Yalin, duru, siirsel tatlar tasian bir dille Cumhuriyet döneminin orta kat insanlarini (özellikle aydin genç kizlari) anlatiyor. Meriç'in yapitlarinda olayin geriye itilmesine, buna karsilik olaydan göveren duygularinin öne geçmesine tanik oluyoruz. Bu tutum Menekseli Bilinç (1965) adli kitabinda daha da asiriliklara yönelir; anlatimin, söyleyisin kuytuluklarina uzanir.

Yazarin en basarili ürünlerinde yasamla iliskisinde kisiligini yitirmek istemeyen, okumus, toplumsal ortamda is güç edinmis genç kizlarin dirençleri anlatilir. Yasama umutla bakan, karamsarliklari yenmek isteyen iyicil insanlar taniriz Meriç'in öykülerinde. Meriç, ayrintilarla beslenmis gözlemlere çokça yer verir. Böylelikle kisisel bir çizgi olarak öykü sanatina katkida bulunur... Bozbulanik, Topal Kosma adli yapitlarinin günümüze de, yarina da etkiledigi ve etkiyecegi kanisindayim.

Öykü yazimina ve öyküsel dile büyük katkilari olan bir yazar da Bilge Karasu'dur. Troya'da Ölüm Vardi adli yapiti Karasu'nun öyküde bütünlük arayisini imler. Öyküyle roman arasindaki ayrimlari incelikle vurgulayan yazar, öyküde de ayri ayri ürünlerin bir arada "bütün"ü yaratmasini saglar. Kisinin kendisiyle ve çevresiyle olan uyusmazliklarini, içsel çatismasini ince bir öykü teknigi çerçevesinde islemektedir Karasu, Uzun Sürmüs Bir Günün Aksami'nda tarihsel uzantilari "tarih olmayan" bir tutumla kaynastirmis bu alanda basarili örnekler vermistir. Öykücünün zaman zaman asiri yeniliklere kaçmasini arayis içindeligiyle açiklayalim.

Bilge Karasu da "ben"in yazari. Ama Akbal'in kisileri gibi düne ve yarina sicak gözlemlerle bakmiyor. Tersine karabasanli bir dünyada yasiyor Karasu'nun "ben"i. Imgelerden, simgesel degerlerden, kapali anistirlardan örülüyor öyküler. Ilk yapitindaki "Oda Oda Dünya" öküsünün tasidigi bireysel, ama çok tutarli bildiriyi (ahlâkin açilimlarini, yönsemelerini vurgulayan bir bildiri) anmadan geçemeyecegim. Karasu saygi uyandirci bir "ben" öykücüsü.

Feyyaz Kayacan giderek soyutlasan, dahasi anlamsizlasan diliyle bir dizi öykü yazmis. Yabanciladigini söyleyecegim bu öyküleri.

Sevim Burak, 1965'te kitaplasan öyküleriye (Yanik Saraylar) dilde, anlatimda, dünyayi algilayista köklü yenilikler getirir. Bu yenilikler, genellikle yasantidan ve sezgisel bilinçten kaynaklanir. Burak'in dünyayi algilayisinda her sey trajik'tir. Yasam acilarla yüklüdür, kisinin umutlanabilecegi hiç bir sey yoktur, yasamin belkemigini çatisma ve anlasmazlik olusturur. Bu denli umarsiz bir öykü örgüsünde Sevim Burak, sezgiden, yasantidan ve kisisellikten yola çiktigi için inanilmaz bir gerçeklik kurar. Osmanli Imparatorlugu'nun azinlik sorununa ve bu sorunun Cumhuriyet dönemindeki uzantilarina, egilimlerine, yine "tarih olmayan" bir yaklasimla varsayimlar getiren bir yapit Yanik Saraylar.

Kâmuran Sipal'in öykülerinde gerçekle sanri arasinda bocalayan; yasamin kimi anlarinda belirip yiten, ama bellekte derin izler birakan duraksamalarin kisisini; "ben"i buluruz. Bu ben kisinin sergilenisinde, yazar "ben"den uzaklasmayi, ona distan bakmayi öngörür. Söyleyisini özellikle dondurur bu yüzden. Son yapiti Buhurumeryem'in güzelliklerini ayrica animsatayim.
Atirpan
Atirpan
Yönetici
Yönetici

Kadın
Mesaj Sayısı : 478
Yaş : 100
Nerden : izmir
Kayıt tarihi : 25/10/07

http://edebiyatsever.blogcu.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Gülenyüz Türk Öykücülügünün Genel Çizgileri - 5

Mesaj tarafından Atirpan Perş. Kas. 08, 2007 12:16 am

Öykücülügümüzdeki türlülük izlendigi gibi iyice gövermistir artik. Bu dönemde yeni bir öbeklenme, bir araya gelme çabasi belirir. Simdi onu irdelemeye çabalayalim.

Onat Kutlar, Erdal Öz, Adnan Özyalçiner, Yusuf Atilgan, Demir Özlü, Ferit Edgü, Orhan Duru, Leylâ Erbil; daha degisik tutumlarla Tahsin Yücel ve Demirtas Ceyhun sözlerini etmek istedigim öykücüler.

Onat kutlar tek yapiti Ishak'la gerçekten yetkin ürünler verir. Öyküyü birakmis gibi görünmesine karsin bu alanda ustaligini bileyecegine inanmak istiyorum... Öykülerdeki tutumuyla Onat Kutlar'in masal-siir gibi baska yazinsal türlerden nasil basarili biçimde yararlandigini görebiliriz. Zaman zaman donuk, zaman zaman asiri coskun bir söyleyis, bouna özle biçimin uyumunu arar. Düs yordaminin, düsten kaynaklanan bir bakisin Ishak'a zenginlikler getirdigini söylemeli.

Adnan Özyalçiner, kendi kusaginin öykücüleri arasinda çaliskanligiyla anilmali. Baslangiçta daha çok bulanik anlari, kendine özgü, kisilikli, uzun cümlelerle ve oknusta zorlandirici bir söyleyisle dile getirmistir. Söyleyisinin özelliklerini zedelemeksizin toplumsal çikmazlara egildigini görüyoruz simdilerde. 1965'ten sonraki ürünlerinde (Yikim Günleri, Yagma) gelisigüzellikten titizlikle kaçinan söyleyisi yogunluk kazanmistir. Ancak Özyalçiner'in öykücülügünü okur yiginlariyla alisveris kuran bir tutumda görmedigini de belirteyim. Özyalçiner, daha çok, zorlandirmayi amaçliyor bence.

Demir Özlü'nün ürünlerinde varolusçu düsünme biçiminden toplumculuga geçisi izliyoruz. Bu geçiste varolusçulugun izlerinden yine de söz edebiliriz. Kisisellikle bireysellik arasinda gezinen bir öykücü Demir Özlü. Anlatiminda yalinligi, durulugu yansittigi ölçüde, basarili. Büyük kentin olanaklarindan yararlanan bir kusagin yasam biçimini, kisisel sorunlarini, düsüncelerini içtenlikle vurguluyor. Demir Özlü'yü ilginç, üzerinde düsünülmesi gereken bir öykücü olarak niteleyelim.

Erdal Öz'ün aralikli, duraksamali süren öykücülügü kisisel bakistan kaynaklanmis, Kanayan adli yapitiyla topluma bakmaya yönelmistir. Sorunlari kavrayisinda titizlikle hareket ettigine inaniyorum. Ürünlerinde bir anlayis baskalasmasini izlemekle birlikte, söylesinin baskalasima ugramadigini görüyoruz.

Orhan Duru'nun öykülerinde kara yergi, taslama öne geçer. Dilinde de bu çaba sezilir. Öykünün yazilis evrelerini öykü içinde de belirlemesiyle degisik bir teknigi yineler.

Ferit Edgü kendi kusaginin toplumdan ve kisiden en kopuk öykücüdür. Yapitlarinin herhangi bir açidan önem tasidigini sanmiyorum.

Yusuf Atilgan tek öykü kitabi Bodur Minareden Öte'de ince, özenli, yeniden okundugunda degerlerini yitirmeyen ürünler toplamistir. Köyden, kasabaya ve kente uzanan bir çizgide izleriz Atilgan'in öykülerini.

Leylâ Erbil daha ilk kitabi Hallaç'ta alisilmis öykü yazimini zorlar, öykünün sinirlarini kurcalar. Dünyaya bakisinda döneminin öbür yazarlarindan farkli bir tutum içindedir. Burjuva yasamasinin yapayligini, iki yüzlülügünü, kaypakligini gözlemcilikle verir. Hallaç'taki "Incik Boncuk" öyküsünü imleyelim...

Erbil, öykücülügünü sonralari da burjuva dünya görüsünün egretiligi ve yapayligi üzerine kurmustur. Gecede, Tuhaf Bir Kadin bu anlayisin ürünleridir. Yazarin gözlemciliginde kimi zaman belgesel yöntemlerden yararlandigini görüyoruz. Kimi zaman da kisisine bakisiyla özdeslesiyor Erbil. Devrimcilikten kadinin toplumumuzdaki yerine dek zengin, karmasik bir olgu örgüsü, yine karmasik ve tutarliligi bütünlenmemis biçimde sergileniyor. Söyleyisinin yorucu, zorlandirici yönlerini de vurgulayayim...

Tahsin Yücel usta bir öykücü. Özellikle dilinin ariligi, yeni sözcükleri kullanimiyla dirimsellik kurabilmesi ustaca. Seyrek yazan, ama yine de verimsizlige düsmeyen bir yazar. Toplumun çesitli katlarina egiliste özlü, özgün bir anlatimi yegliyor. Konularinin içerigiyle yetinmeyerek, zaman içine sindirilmesini, eritilmesini de sagliyor. Düslerin Ölümü yapitinda ekinle ekinsel alaycilik arasindaki çatismayi irdeleyen ürünleri, toplumumuzun aydinlar katindaki bakis biçimlerini yansitir. Anilardan, animsamalardan, izdüsümlerden yola çikan kimi öykülerinde Anadolu'nun yoksul kesimlerini dürüsüt bir aydinin gözlemlerinden okuruz. Özellikle Yasandiktan Sonra kitabinin üst düzeyde oldugunu animsatalim. Anadolu'yu irdeleyisinde Tahsin Yücel'in degisik, kendi içinde çok tutarli bir yöntemi var.

Demirtas Ceyhun, Tanrigillerden Biri'nde büyük kentteki geçim tasasiyla yüklü gençlerin cinsel sorunlarini, belli bir bütünlük içinde yansitir. Demirtas Ceyhun'un öykülerinde saglam, daginikliktan uzak, kolayca kavranan bir konu örgüsü göze çarpar. Son yapiti Apartman'da uzun öyküde de rahat yazan bir sanatçi oldugunu kanitliyor.

* * *

Tarik Dursun K. gündelik dili basariyla kullanan bir öykücü olarak edebiyatimiza girer. Baslangiçta güncel akimlarin etkisine kapilmaz, öyküyü, kendi bildigi yolda zenginler... Sonradan dilinin özencinde yinelemeler, çogaltmalar, abarti ortaya çikar. Bu tutum, öykülerinin konusal yapisina da siçrar. Bütünlük arama kaygisindan çok uzak biçimde, birbirinin "devami" öyküler yazar.

Muzaffer Buyrukçu orta katin insanlarini (yoksulluktan az çok kurtulmus, ama, ancak karnini doyurabilmis kisileri) anlatmayi amaçlamis. Bu alanda çok sayida, kimileri gerçekten çok güzel ürünler vermistir Buyrukçu.

Son yillarda asiri "ayrintici" davranmasi bir yana, Buyrukçu, gözlemlerinde dogal olabilmis bir yazar. Yasanti parçalarini yansitirken içten davraniyor. Küçük memur dünyasinin tekdüze, bunaltici özelliklerini, yumusak, esnek, yalin bir dille isliyor. Ayrica çalisan insanlarin, ekmegini güç kazananlarin kendi aralarindaki çekismelerine egilisiyle de ilginç...

Kerim Korcan'in öykülerinde Osman Cemal Kaygili'dan bu yana ilk kez halk hikâyeciligi niteliklerine rastlariz. Ayrica Korcan, dünyaya bakisinda, sorunlari kavrayisinda politik bir seçim içindedir. Çok rahat dili, olayi anlatista dolambaçli ollara sapmayisi yazarin bellibasli nitelikleri arasinda. Korcan her seyden önce umutlu ve sevecen.

Remzi Inanç'in ürünlerinde de halk hikâyeciliginin yansimalarini buluyoruz. Inanç seyrek yazan bir öykücü. Çabasini genellikle halk yasamasinin çikmazlarinda, ekonomik baskilarin bu yasamaya etkimesinde odaklandiriyor.

Afet Ilgaz öykülerinde Ege Bölgesi'nden Istanbul'a, büyük kente göçmüs aileleri, ögretmenlerin yasamasindan dogan izlenimleri, toplumun ezilen sinifinin sorunlarini, tasrayla büyük kentin iliskilerini anlatiyor. Rahat yazan bir öykücü. Konularini ele alista bütünlük kaygisi güttügünü görüyoruz.

Sükran Kurdakul siirlerinin yani sira, 1965'ten sonra öyküye de yönelmistir. Bu alanda degisik, yazinsal kaygilar tasiyan ürünler vermistir. Toplumculuk eylemlerinin izlenimleri, Kurtulus Savasi'nin insanlari, bürokrasinin bizdeki isleyisi duruk zaman parçalarinda yanip sönen bir aydinlikla anlatilir Kurdakul'un öykülerinde. Anlatimindaki özenliligi de vurgulayalim. Ayrica yazar, yeni kusaklarin öykücülügünü yakindan izlemistir.

Günümüz öykücülügüne geçmeden önce, yazidaki daginikligi derleyelim:

a) Cumhuriyet döneminin öykücülügü zengin açilimlar ve yönsemeler tasir. Yazarlarin öbeklendirilisinde kesin ölçütler bulmak güçtür. Ayni dönemde yazan öykücüler, kendi aralarinda, degisik açilara yönelirler.

b) Cumhuriyet dönemi öykücülügü Sabahattin Ali, Sait Faik, Orhan Kemal gibi üç büyük usta yetistirmis, böylelikle çagcil Türk öyküsünün dogmasina yol açmistir. Adlarini andigim üç öykücü de toplumun genel gidisinin zorlamasiyla dogmus ve toplumun aksayan yanlarina egilmis yazarlar.

c) Kisisel basarilarin yayginlik kazanmasi 1950'den sonradir. Öykü yazarlari artik yan etkilerden arinarak, kendi yollarini bulmuslardir. Bu da öykünün, romandan çok baska bir edebiyat dali oldugunu kanitlamistir.

* * *

Günümüz öykücülügünün en önemli adlarindan biri, bence, Firuzan.

Parasiz Yatili'nin (1971) yayimina dek dergilerde tektük öykülerine rastliyoruz yazarin. Az yazan, öyküyü ana ugras edinmeyen, ama yazinsal iceliklerden yana biri sanki Firuzan. Oysa Parasiz Yatili'dan sonra Füruzan'in iyice hazirlikli bir tutumla, durup dinlenmeksizin ürün verdigini görüyoruz....

Firuzan'in ortami yoksul semtlerdir. Kasimpasa-Beyoglu çatismasi bu ortamda belirir. Sömürülmenin, ten satiminin esiginde birakilmis, üreklerindeki nice güzelligin horlanmis oldugu genç kizlar, birbirini bütünleyen öykülerde karsimiza çikar.

Füruzan bakisiyla genelgeçer ahlâk kurallarini adamakilli sarsar. Ne bireyin, ne de toplulugun suçlu oldugunu öne sürer. Dayanilmaz acilar içinde birakilmis, ölümcül bir yasamaya terkedilmis insanlar hep ekonomik düzenin belirledigi yasama biçiminden bu sonuca varirlar. Bu sonuç, ülkemizin toplumsal yasamasindaki aksakliklari, çikmazlari vurgulayarak, okuru hakli, onurlu bir öfkeye çagirir... Yatili okulun kapisinda, parasiz okuma sinavini kazanip kazanmadigi belirsiz bir kiz çocugu, "Ah Güzel Istanbul" öyküsünde, genelev kadini olarak karsimiza çikar; kurtulusu intiharda bulur.

Füruzan'in bilinçli, coskun bir anlatici oldugunu söyleyecegim. Öykülerinde sürekli güçlenen, saglikli boyutlar kazanan bir bilinçlenme ve bilinçlendirme söz konusu. Asan, gencelen, bereketinden yitirmeyen öyküler yaziyor Füruzan. Cömert bir insan sevgisini, sevecenligin bütün tutkulardan üstün duyumsanisini buluyoruz öykülerde.

* * *

Günümüz öykücülügünün yaygin adlarindan biri de Bekir Yildiz. Çarpici, sarsalayici öyküler yazdi Bekir Yildiz. Sonradan çogaltmaciligin tuzagina düstü. Anlatiminda yapaylik bir yana, dünya görüsündeki tutarsizliklar, yeni ürünlerinde iyice ortaya çikti. Yazarin ilerici, yarina yönelik bir öyküde, çagcil öyküde yarari olabilecegini sanmiyorum. Özellikle törelerin yarattigi sorunlari yansitista yanilgilar, saplantilar içinde oldugu görülüyor.

Tomris Uyar'in öykülerini iki öbekte toplayabiliriz:

- Ipek ve Bakir'da (1971) derledigi "bulanik ayrintilara" dayanan incelikli çözümleyici öyküler.

- Ödesmeler'deki gerçekçilik kaliplarini zorlayan ürünler. Yazar ilk yapitindan sonra ökücülük anlayisina yeni boyutlar eklemek istemistir... Ben, ilk öbekteki öykülerinin daha basarili oldugu kanisindayim. Belki de, yeni bir arayisin sancilarini kavrayamiyorum...

Tomris Uyar'in insanlari, toplumun üst katlarindan yetismislerdir. Ekonomik varliliklarina karsin bir iliskinin sürekli koptugunu, bozustugunu, toplumsal uyumun bir türlü saglanamadigini hissederler. Zamanla bu duygulanimlari bilinç isiginda aydinlanir, somutluk kazanir. "Evin Sonu", "Çiçek Dirilticileri", "Sarmasik Gülleri" gibi çok basarili öyküleri animsayalim. Yine bu insanlarin uyum kuramadiklari ezilen topluluklarin kisileriyle iliskilerini buluruz kimi öykülerde. Ipek ve Bakir'in "Mazi Kalbimde Bir Yaradir"dörtlemesi, Ödesmeler'in "Dön Geri Bak"i dedigime örnektir. Yazar ustalikli, nice bir anlatimla, derleyici ayrintilara bas vurarak kurar öykülerini.

Tomris Uyar yeni ürünlerinde belirlemeye çalistigim özelliklerinden kendini siyirarak daha düz, daha taslamaci bir havaya bürünüyor. Orta tabaka insaninin "saçmalik" biçimindeki algilayislarini yansitiyor.

Sevgi Soysal'in öykülerinde degisik kisilere, degisik boyutlarda rastlariz. Tante Rose adli yapitinda, Almanya'nin küçük bir kentinde yasamis bir küçük burjuva kadininin serüvenlerini izliyoruz. Siire dayali, ince bir taslamacilik öne geçiyor bu yapitta. Soysal sonradan alegorik egilimlerle öykü yazmaya giristi, ama incelikli aslamaciligini elden birakmadi.

Necati Tosuner derin acilarla yüklü bir "ben" kisisini, ari bir dille, buruk imgelerle besleyerek yansitiyor. Toplumun sakat insana nasil haksizlik ettigini dillendiriyor.

Ayhan Bozfirat'in Istasyon ve Firildak adli yapitlarinda simgesel degerlere agirlik verigini, anistirma yoluyla toplumsal düzeni belirlemeye çalistigini görüyoruz. Dümdüz, ama kuruluklariyla zenginlesen öyküler yaziyor Bozfirat. Bir tür "düsünce" öyküsünü savunuyor.

Osman Sahin'in Dogu Anadolu insanina egiliste sicak, sevecen gözlemciliginden söz edelim Kirmizi Yel olsun, Acenta Mirza olsun günün "çarpici" olma akimlarina kapilmayan yapitlar. Osman Sahin'in ilginç bir dil anlayisi var.

Hulki Aktunç'un henüz dergilerde kalan öykülrinde kasabadan kente yillar önce göçüp de, bir türlü kentlilesemeyen -ya da kentlilesmek istemeyen- ailelerin, toplumsal tarihimiz içindeki serüvenlerini buluyoruz. Çocuk dünyasindan bilinçlenme evresindeki isçilere dek yogun bir öykü ortami karsimizda... Yazarin önemli diline, anlatim ustaliklarina, öz-biçim uyumunu gözden irak tutmayisina ayrica degineyim.

Selçuk Baran, Haziran'da derledigi ürünleriyle zaman zaman duyarlikli, zaman zaman kurgusal kalmayi deniyor. Duyarligin agir bastigi öykülerde -örnekse "Kavak Dölü", "Konuk Odalari"- çok daha basarili yazar. Geçmis yillarin animsanmaksizin göçüp gitmis kisilerini anlatista duygulu gözlemlere yer verilmis...

Adalet Agaoglu, Yüksek Gerilim'le katildi öykücülügümüze. Yüksek Gerilim saglam bir yapit. Günün sorunlarina tarihsel görüs açisi içinde yaklasiyor. Zaman'i, doga'yi, nesneler'i bile birer öykü kisisi kilabiliyor Agaoglu. Düsünceyle duyguyu kaynastirirken yapayliga sürüklenmiyor. Yazarin oyun ve roman dallarindaki basarilarini sürdürdügünü görüyoruz.

Oguz Atay, romanlarinin yani sira öykü de yaziyor. Korkuyu Beklerken yazarin ilk öykü kitabi. Ince bir alaycilik, üzünçle kosutluklar arayarak karsimiza çikiyor Korkuyu Beklerken'de. Anlatim özgünlüklerine önem veriyor Atay. Kendine özgü bir tutum içinde, düsündürücü boyutlarin esliginde okunmasi gerekli öyküler yaziyor.

Yolun Basi (1974) yapitiyla Anadolu insanina egilen Necati Güngör'ün, yine köyü ve köylüyü anlatmayi amaçlayan Duran Yilmaz'in çok yalin bir söyleyiste giderek seçkinlesen Aysel Özakin'in adlarini umutla analim.

Türk öykücülügünün genel çizgilerini kurcalarken, bu yazinsal alanin çikisim, öyküye emek veren herkese saygi duymamla nitelenmeli. Okura ters gelecek olasilikta yargilar için, "öznel" sayilabilecek bir yaklasimim oldugunu yeniden açiklayayim.

YARARLANILAN KAYNAKLAR

Kenan Akyüz; Modern Türk Edebiyatinin Ana Çizgileri. Tahir Alangu; Cumhuriyet'ten Sonra Hikâye ve Roman 1, 2, 3. Cevdet Kudret; Türk Edebiyatinda Hikâye ve Roman 1, 2. Rauf Mutluay; XIX. Yüzyil Türk Edebiyati. Ahmet Hamdi Tanpinar; 19'uncu Asir Türk Edebiyati Tarihi.

*Türk Öykücülügü Özel Sayisi, Türk Dili Dergisi, 1975

Kaynak: www.worldshortstoryday.org/cagdas.htm
http://www.oykulugeceler.net/icy_content.asp?upsale_id=107&t=Türk%20Öykücülügünün%20Genel%20Çizgileri%20-%205
Atirpan
Atirpan
Yönetici
Yönetici

Kadın
Mesaj Sayısı : 478
Yaş : 100
Nerden : izmir
Kayıt tarihi : 25/10/07

http://edebiyatsever.blogcu.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz