Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

EDEBİ TARTIŞMALAR - EDEBİYAT KAVGALARI

Aşağa gitmek

Gülenyüz EDEBİ TARTIŞMALAR - EDEBİYAT KAVGALARI

Mesaj tarafından Atirpan Ptsi Kas. 05, 2007 9:37 pm

EDEBİ TARTIŞMALAR - EDEBİYAT KAVGALARI Kedi1mh
PATATES'İN ORHAN VELİ'Sİ


"<<Huu! Huu! Patates Surat!>> diye mırıldandı Arha, otların arasındaki rüzgar kadar hafif alaya bir fısıltıyla" Ursula K. Leguin'in Atuan Mezarları adlı kitabının yirmi altıncı sayfasında okuduğum bu cümle beni, 1910'lu yılların Göztepe'deki Taş Mektep İlkokulu'na götürdü. Sarı ve toparlak suratından dolayı arkadaşlarının 'patates' diye lakap taktığı çocuk canlandı gözlerimde. Kısa süre sonra büyük bir şair olan bu çocuk, elli yıl sonra, 31 Mayıs 1962'de yazdığı şu mısralarda bakın kendini neye benzetiyor:

Fasulya gibi yaşıyorum son zamanlarda

kuru fasulya gibi

kuru fasulyanın pilakisi yapılır

benden o da yapılmaz.

Bir başka gün, Ayşe Kulin'in Adı: Aylin romanını okurken, iki yüz on birinci sayfadaki şu cümlelere takılıyorum: "Rahibe Nancy, bu Rus isimli kadını, hep Rus suratlı düşündü nedense. New York'a çıraklık eğitimine yollandığında, hastabakıcılık yaptığı üç yıl boyunca göçmenlerle çalıştı durdu. Rusların patates burunlu fizyolojilerini 'R' harfine ağırlık veren kaba aksanlarını yakından tanıyor."

Ömrünün son yıllarını Rusya'da geçiren şairimiz, çocukluğunda patatese benzetilmekten mi esinlenmiştir, yoksa Ayşe Kulin'in benzetmesini onaylamak için mi kendisini çevresindekilere benzetmiştir bilinmez ama, 1956 yılının haziran ayında, Peredelkino'da Yazar Evleri Sitesi'nde bulunan evinde; Bulgaristan'dan gelen dostu Fahri Erdinç'e şunları söylemiştir: "Size bir şey söyleyeyim mi, artık beni karikatürize etmek çok kolay: Bir patates al eline; yukarıdan iki kürdan batır, iki de aşşağıdan, tamam!"

Kendisiyle böylesine dalga geçen şairimiz Nazım Hikmet'tir. Kim bilir ömrü boyunca başka hangi lakaplar takılmıştır O'na, bilinmez. Tıpkı zaman zaman arkadaşlarının 'Ofran' diye çağırdığı Orhan Veli'nin lakaplarını bilmediğimiz gibi.

Bilinenlerden biri, Nurullah Ataç'ın taktığı lakaptır. Bunu da Bedri Rahmi Eyuboğlu'nun 1.12.1951'de Yeditepe'deki Hatıralar isimli yazısından öğreniyoruz: "Ataç Orhan'a hiçbir zaman tutmayan bir sürü isimler arar dururdu. Bunlardan bir tanesi üzerinde çok ısrar etti; ama yine olmadı: Şakuli Solucan! Orhan Veli de kendini korumak için Nurullah Ataç yerine sadece Nuri Bey diyordu."

Lakapların dışında bir de takma isimler vardır. Mehmet Ali Sel, Orhan Veli'nin takma ismidir. Oktay Rifat, "galiba atmaya kıyamadığı şiirlerini bu isimle yayımlardı" der. Bir de Orhan Selim vardır. O da Nazım Hikmet'in 1934'te başladığı Akşam Gazetesi'ndeki yazılarında kullandığı takma isimdir. Her ne kadar, o yıllarda Orhan Veli'nin ismi pek duyulmadıysa da Nazım Hikmet'in bir kelime oyunu yapmak istediğini 'uydurmamız' yerinde olur:

ORHAN SELİM

ORHAN SELİ'M

ORHAN VELİ'M

"Orhan Veli ve Nazım Hikmet kavgalıdırlar, hatta birbirlerini hiç sevmezler." Bu tip lafları ilk kim ve neden ortaya attı, bilmiyorum. Bunlara gülüp geçmek gerekir ama, biz yine de yanıtlayalım...

İlk zamanlarda, şiir anlayışları açısından birbirlerine taş atarlar. Örneğin Nazım Hikmet, cezaevinden Memet Fuat'a yazdığı mektuplarda: "Mithat Cemal ne kadar şekil perestse, Orhan Veli de o kadar şekil perest, ikisi de yobaz" dediği gibi O'nu içerik yönünden de eleştirir: "Orhan Veli'yle A. Kadir dil bakımından birbirlerine yakındırlar ve soldadırlar, lakin muhteva bakımından Orhan Veli merkezin sağına geçmiştir. En sağda değilse de sağdadır." Orhan Veli'nin ilk şiirlerinde de bu görünür zaten.

Ama zamanla Nazım Hikmet'in fikirleri değişir. Ve Orhan Veli'nin şiirini benimser. Hatta benzer şiirler kaleme alır. Orhan Veli'nin Nisan 1940'ta yayımladığı Kızılcık adlı şiirinde, kızıl saçları nedeniyle Nazım'dan bahsettiği söylentiler arasındadır:

İlk yemişini bu sene verdi,

Kızılcık,

Üç tane;

Bir daha seneye beş tane verir;

Ömür çok,

Bekleriz;

Ne çıkar?



İlahi kızılcık!


Oktay Akbal ise bu şiirin, Mümtaz Zeki'nin bir şiiriyle yakınlığı olduğunu söyler; Mümtaz Zeki'nin şiirinin yazılış tarihinin daha eski olduğu notunu düşerek:

Küstü de bize

Bu yıl meyve vermedi elma ağacı

Halbuki bir yemiş ağacı

Hodkam olmamalı

Düşünmeli aşeren hamileyi

Çoluğu çocuğu

Gelecek yıl pıtrak olur inşallah


Orhan Veli'nin Nazım Hikmet'i sevmediğini iddia edenler, "Kuyruklu Şiir ve Cevap Nazım'a yazılmıştır" derler.

KUYRUKLU ŞİİR

Uyuşamayız yollarımız ayrı;

Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;

Senin yiyeceğin, kalaylı kapta;

Benimki aslan ağzında;

Sen aşk rüyaları görürsün, ben kemik.



Ama seninki de kolay değil, kardeşim;

Kolay değil hani,

Böyle kuyruk sallamak Tanrının günü.



CEVAP

Açlıktan bahsediyorsun;

Demek ki sen komünistsin.

Demek bütün binaları yakan sensin.

İstanbul'dakileri sen,

Ankara'dakileri sen...

Sen ne domuzsun, sen!


Şiirdeki ciğercinin kedisinin Nazım Hikmet olduğunu söyleyenler, Orhan Veli'nin ciğerden nefret ettiği gibi, Nazım Hikmet'ten de nefret ettiğini iddia ederler. Sokak kedisinin Nazım Hikmet olduğunu iddia edenler ise O'nun komünist olmasıyla dalga geçildiğini...

Bunların doğru olamayacağının en basit ispatı, şiirlerin yayımlanma tarihleridir. Kuyruklu Şiir 15.12.1949, Cevap ise 15.1.1950'de Yaprak Dergisi'nde yayımlanır.

Siz olsanız sevmediğiniz birisine böyle şiirler yazdıktan sonra, O'nun için açlık grevi yapar mıydınız?

Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet, Nazım Hikmet'in hapisten kurtarılması için açlık grevi yapmış ve bu yolda yazılar yayımlamışlardır. Tüm bu eylemler Kudret ve Ulus gazetelerince "Vatan hainliği ve Moskova uşaklığı" olarak yorumlanmıştır. Bu tepkilere karşılık açlık grevini ikinci gün bitirip Yaprak Dergisi'nin 15.5.1950 tarihli sayısında şu yanıtı verirler: "Bir şairin öldürülmesine şair gönlümüz razı olmadığı için, sırf onu kurtarmayı istediğimizi belirtmek için iki gün aç durduk. Niyetimiz kimseyi tehdit değildi, sadece şairlik borcumuzu ödemekti. Bununla beraber fırsat düşkünü yazar bu hareketimize siyasi bir mana vermeye kalkıştı. Bizi, yabancı ülkelerde memleketimiz aleyhinde yapılan menfi propagandalara alet olmakla suçlandıranlar çıktı."

İşte bu suçlayanlardan birisi de Kudret gazetesidir. 11 Mayıs tarihli gazete şu başlığı atar: "Üç sosyalist şair açlık grevi yapacakmış!" Siz gelin bir de bu başlığa karşılık Orhan Veli'nin yazdıklarını okuyun:

"Yurdumuzda sosyalist kelimesiyle komünist kelimesi arasındaki fark pek anlaşılamadığı, komünist kelimesi de çok kere vatan haini anlamına geldiği için bu başlığı ilkin curnalcılık saydık. Ama sonra, biraz düşündük; ilk korkumuzun boşuna olduğunu anladık. Çünkü bundan beş on gün evvel eski Devlet Başkanı Cemil Sait Barlas Halk Partisi'nin bir Sosyalist Partisi olduğunu söylemişti. Söylemişti de, Demokratlar buna şiddetle karşılık vermişler, 'Siz sosyalist değilsiniz, asıl sosyalist biziz,' demişlerdi. Partilerimizin arasında bile kolay kolay paylaşılamayan bu sıfatı bize layık gördüğü için Kudret gazetesine teşekkür etmek istiyorum."

Açlık grevini tamamlamasalar da, Nazım Hikmet'e destek veren yazılar yazmaktan geri kalmazlar çünkü, bilirler aksinin ülkeleri için bir gerilik olduğunu. İşte Orhan Veli'nin 1 Mart 1950 tarihli Yaprak'ta yazdıkları:

"Bugün Avrupa'da tanınan bir tek şairimiz var: Nazım Hikmet. O da bize rağmen tanınıyor. Biz, 'Aman kimse duymasın!' diyoruz. Ama faydası yok; duymuşlar. Nazım Hikmet'i bize, onlar kabul ettirmeye çalışıyorlar. Adını, lehimize değil, aleyhimize kullanıyorlar. Bizi, büyük şairler yetiştiren bir millet olarak değil, büyük şairleri hapislerde süründüren bir millet olarak tanıtıyorlar."

Evet Orhan Veli ile Nazım Hikmet şiirleriyle çok atışmışlardır ama, bu atışma birbirini seven, daha da önemlisi birbirine saygı duyan iki insan arasındadır. Örneğin Orhan Veli, Hürriyete Doğru şiirinde;

Görmüyor musun, her yanda hürriyet;

Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;

Git gidebildiğin yere.


derken, Nazım Hikmet 10 yıl sonra, 15 Eylül 1958 tarihinde O'na 'Oğlum' diye seslenir:

Denizin üstünde ala bulut

yüzünde gümüş gemi

içinde sarı balık

dibinde mavi yosun

kıyıda çıplak bir adam

durmuş düşünür.

Bulut mu olsam,

gemi mi yoksa,

balık mı olsam,

yosun mu yoksa?..

Ne o, ne o, ne o.

Deniz olunmalı, oğlum,

Bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.


1955 yılında Budapeşte'deki Kent Radyo'sunda bir konuşma yapan Nazım Hikmet, çok seyahat ettiğini söyler. Bunun üzerine şaire sorarlar: "Acaba bu sık seyahatleriniz sırasında yanınızda bulundurduğunuz kitaplar nelerdir?"

Nazım'ın yanıtı çok açıktır: "Şimdi size söyleyeyim. Mesela benim bavulumda neler var. Bir defa tabii Orhan Veli var. Öyle sanıyorum ki Orhan Veli bizim en güzel şairlerimizden biri. Çok genç öldü, yazık oldu ama, ölümsüz."

Konuşma ilerleyince Nazım'dan birkaç Orhan Veli şiiri okumasını isterler. İlk olarak 'çok sevdiğini' vurguladığı Sere Serpe'yi okur. Şiiri bitince şu yorumu yapar: "Ne güzel Türkçe, sonra nasıl İstanbul, nasıl İstanbul kızı..."

Sonra Delikli Şiir, Vatan İçin ve Cevap'ı okur. Son olarak "bir tane daha okuyayım. Doyum olmuyor ki..." der ve Gelirli Şiir'i okur.

Bursa Hapishanesi'ndeyken kendisine gönderilen kitaplardan birine hayran olur Nazım. Kapağındaki resmi Bedri Rahmi Eyuboğlu'nun yaptığı kitaba "mübalağasız bir saat, tıpkı, bir şarkı dinler, bir yazı okur gibi, hatta daha başka türlü dalıp" gider. Öyle hayran olmuştur ki "sakın kaybetme" notuyla birlikte kitabı oğlu Memet'e gönderir. Aradan zaman geçince kitabı yeniden görme isteği basar Nazım'ı. Ve Bir Şiir Kitabının Kapak Resmi adlı şiirini yazar.

Kapak resminde Bedri Rahmi tüm hünerini şakıttıysa da Yenisi adlı bu kitabın şairi Orhan Veli de şiirlerinde bir o kadar başarılıdır.
EDEBİ TARTIŞMALAR - EDEBİYAT KAVGALARI Nazimelyazi


Orhan Veli öldüğü zaman hala Bursa Hapishanesi'nde yatmakta olan Nazım Hikmet'in üzüntüsü bir kat artmıştır. Bu üzüntü içindeyken, 1.12.1949 tarihli Yaprak Dergisi'nde okuduğu Orhan Veli'nin Dalga isimli şiirini anımsar:

Öyle bir yerde olmalıyım.

Öyle bir yerde olmalıyım ki,

Ne karpuz kabuğu gibi,

Ne ışık, ne sis, ne buğu gibi...

İnsan gibi.


Yatar Bursa Kalesinde'nin son şiiri Bir Hazin Hürriyet'in Nazım'ın Bursa'da yazdığı son şiir olduğunu iddia edebiliriz ama, bu şiirde isim vermeden andığı kişi kesinlikle Orhan Veli'dir:

Bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değil.

İnsan gibi yaşamalıyız dersin,

Büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi,

Yakalanmak, hapse girmek, hatta asılmak hürriyetinle hürsün!


Gittiği yerlerde Orhan Veli'yi tanıtmaya çalışan Nazım Hikmet, 1958 yılında yazdığı Slavya Kahvesi'nde Şair Dostum Tavfer'le Yarenlik şiirinde de konuk eder, sevdiği bu şairi:

Hele sabahları, hele baharda,

Pırağ şehri yaldızlı bir dumandır

ve kızıl, kocaman bir elma gibi

Nezval geçer taze çıkmış kabrinden

Paramparça yüreği de elinde

ve Orhan Veli'yle karşılaşırlar

Urumelihisarı'ndan gelir o

ve telli kavağa benzer Orhan'ım

yüreciği delik deşik onun da.


16 Ağustos 1959 tarihli Dörtlük şiirinde de üç kişiden bahseder Nazım.

Yeryüzüne tohum gibi saçmışım ölülerimi,

kimi Odesa'da yatar, kimi İstanbul'da, Pırağ'da kimi.

En sevdiğim memleket yeryüzüdür.

Sıram gelince yeryüzüyle örtün üzerimi.


Odesa'da yatan kişi, ikinci eşi Lena Yurçenko'dur. Diğer iki kişinin kim olduklarını bir önceki şiire bakarak söyleyebiliriz ki; Nezval ve Orhan Veli...
Atirpan
Atirpan
Yönetici
Yönetici

Kadın
Mesaj Sayısı : 478
Yaş : 100
Nerden : izmir
Kayıt tarihi : 25/10/07

http://edebiyatsever.blogcu.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz